Bu yazımızı okurken, özel müziğini de dinlemenizi tavsiye ederiz.  

Ses Klibi: Bu ses klibini oynatabilmek için Adobe Flash Player (Version 9 veya üzeri) gereklidir. Güncel versionu indirmek için buraya tıkla Ayrıca tarayıcında JavaScript açık olmalıdır.

Hülya SAÇLI

İnkaların deyimiyle göbek bağı Cusco; And dağları ile çevrili tarih kokan bir şehir. Şehre geldiğimde dikkatimi çeken nokta çatıların renginin And dağlarının rengiyle uyumlu olması. Tarihi yapıların şehre hakim olması insana ortaçağ döneminde yaşadığını hissettiriyor. Ancak Plaza de Armas meydanındaki protesto gösterileri ile 2000’li yıllarda olduğunuzu hatırlıyorsunuz. Tarih kokan şehirde iki katlı evleriyle taş döşemeli sokaklar, birbirine paralel uzanıyor. Sokaklar birbirine çok benzediği için kaybolma riskiniz çok fazla.

Şehri gezmeye İnka müzesini gezerek başladık. Müzede İnkaları; kullandıkları eşyaları, yaşadıkları evleri, yaşam biçimleri ve inançları ile tanımaya çalıştık. İnkaların matematik hesaplarını düğüm yöntemi ile yaptıklarını öğrendik. Düğüm sayısı, ipin rengi ve kalınlığı hesaplamalarda kullanılıyormuş. Hatta dünyanın çevresinin uzunluğunu bile düğüm yöntemi ile ölçmüşler. Ancak bu heaplamaların nasıl yapıldığı hala çözülememiş. Müzenin avlusunda yerel kıyafetli insanlar kilim dokuyorlardı. Kilimlerde saçları örgülü kadınlar resmediliyor.

İnka medeniyetine ait bir çok obje ve gümüş takıların satıldığı dükkanların vitrinleri özellikle güneş ve ay tanrıların heykelleri ile çok renkli görünüyorlar. İnkalar güneşe ve aya tapıyorlar ve onlara daha yakın olabilmek için dağın zirvelerinde yaşıyorlardı.

Plaze de Armas meydanı katedrali ile şehrin merkezi. Meydanda çok hoş kafeler var. Bunlardan birinin balkonunda bir süre şehri seyrederek dinlendik. Daha sonra Güzel Sanatlar fakültesinde öğrencilerin gazete kağıdından yapmış oldukları kağıt heykeller sergisini gezdik. Devasa büyüklükteki heykeller çok renkli ve oldukça ilginçti. Sergide yaratıcılığın sınırı olmadığını gördüm.

Yöresel ürünlerin satıldığı büyük bir pazara gittik. Pazar yerleri şehri en iyi anlatan mekanlardır. Elişleriyle, yetiştilen ürünleriyle Cusco kendini sergiliyordu. Bir çok yerde kızarmış muz satılıyordu. Alpaka yününden yapılmış çeşit çeşit şapkalar, deri kemerler, çantalar ucuz fiyata satılıyorlardı.

Ana cadde üzerindeki taş kemerler çok estetik görünüyor. Tarihi dokuyu tamamlıyorlar. Evlerin ahşaptan yapılmış kapı ve balkonları çok zarif görünüyorlar adeta dantel gibi işlenmiş.

Bütün gün şehri gezdik. Özellikle Plaze de Armas meydanı sarı renkli ışıklarıyla çok hoş görünüyor. Havanın soğuk ve yorgun olmamıza rağmen gece geç saatlare kadar gezmeye devam ettik.

Ertesi sabah İnka medeniyetinin yerleşim yeri olana Maçhu –Pichu’ya gitmek için yola çıktık. Dünyanın 7 harkasından biri olan Machu -Pichu ‘yu bir an önce görmek istiyordum. Antik kent Cusco’ya 88 km uzaklıkta. Yol boyunca arazinin değiştiğini fark ettim. Yeşillik ve yükseltiler artmıştı. Yaklaşık bir saat süren yolculuktan sonra trene binmek için istasyona geldik. Burada İnka medeniyetine ait kalıntılar vardı. İstasyon ısrarla, haşlanmış mısır. muz ve yemek satmaya çalışan yerli halk ile oldukça kalabalıktı. İlgimi çeken çok iri taneli mısırdan aldım. Türkiye de yediğim mısırlardan daha lezzetliydi. Uzun bir bekleyişten sonra nihayet trene bindik. Muhteşem güzellikteki doğanın içinde yolculuk yaptık. Tehlikeli olmasına rağmen camı açarak birkaç kare fotoğraf çektim. Machu-Pichu dağının eteklerinde bulunan Aguas Calientes köyüne ulaştığımızda ılık bir hava tenime çarptı. Koni şeklindeki yüksek dağlar köyü çepeçevre sarmış, adeta bir tacı andırıyordu. Dağların yüksek olması klima görevi görüyordu. Rehberimz Cem ‘’dört mevsimde havanın sıcaklığının hep aynı olduğunu’’söyledi. Hotelimize yerleştikten sonra antik kentin karşısındaki dağa tırmandık. Zorlu bir tırmanıştı. Dağın koni şeklinde olmasından dolayı birkaç kez onlarca basamaktan oluşan ahşap merdivenlerden çıktık. Havanın nemli olmasından dolayı da basamaklar kaykandı. Zirveye ulaştığımızda Machu-Pichu tam karşımızda duruyordu. Antik kente uzanan karayolun zigzag şeklinde olması çok ilginç görünüyordu. Antk kent ve kente giden yol sanki dağın yüzüne kalemle çizilmiş gibi görünüyordu . Bir süre orada kalarak ruhumuzu ve gözümüzü dinlendirdik. Köye döndüğümüzde hava kararmıştı.

Hediyelik eşyaların satıldığı dükkanlar ile lokantaların çokluğu köyün turizme açıldığının bir göstergesiydi. Ertesi sabah gün doğmadan çok sayıda turistle birlikte otobüslere binerek köyden 8 km uzaklıktaki Machu-Pichu’ya ulaştık. Hayal bile edemiyeceğim olağanüstü güzeliğin içinde buldum kendimi. Dağın zirvesinde ve bulutların içindesiniz Bu güzellik karşısında adeta büyülenmiştim. Ancak turist rehberlerinin yüksek sesle kenti anlatımları büyüyü bozdu. Sessizliğin ne denli önemli olduğunun farkına vardım. Hava bulutlu olduğu için güneş azda olsa bulutların arasından yüzünü gösterdi.

Antik kent And dağlarının zirvesinde Urubambu vadisi üzerine kurulmuş 200’den fazla merdiven sistemi ile birbirine bağlı taş yapıdan oluşmuş. Şehir 300 basamak üzerine kurulmuş. Evler, tapınak ve hatta tarım bile bu basamakalarda yapılıyormuş. Yerel rehber eşliğinde antik kenti gezdik. Rehber ‘’İnkaların tarıma çok önem verdiklerini ve tarımın çok geliştiğinin ’’söyledi. . ‘’3000 çeşit patetes yetiştildiğini ‘’söylemesi ise bana abartılı geldi. ’’Yaşlı insanlar ölmeden önce şehrin çok uzak noktalarına götürülüp ölüme terk ediliyorlarmış. Bir nevi insanlar doğaya hediye ediliyorlar.

Antik kent içinde dolaşan lamalar güzelliği tamamlıyorlardı. Gün boyu antik şehri dolaştıktan sonra gece Cusco’ya döndük. Ertesi gün Cusco’dan ayrılırken buraya tekrar gelmem için kendime söz verdim. . Çünkü; göremediğim bir çok güzelliğin olduğunu keşfettim.