Bu yazımızı okurken, özel müziğini de dinlemenizi tavsiye ederiz…  

Ses Klibi: Bu ses klibini oynatabilmek için Adobe Flash Player (Version 9 veya üzeri) gereklidir. Güncel versionu indirmek için buraya tıkla Ayrıca tarayıcında JavaScript açık olmalıdır.

Fatih KOCA

18 Mart sabahı seni soğuk ve rüzgarlı bir hava karşılar Çanakkale’de. Üşürsün! Binlerce insanla beraber limana gidersin, Gelibolu’ya geçip o kutsal toprakları, bu kutsal günde ziyaret etmek için. Feribotla karşıya geçerken, Çanakkale Boğazı’nın eşsiz güzelliğine kapılırsın. Ve birden bir ürperti duyarsın içinde. Boğaz, kapkara bir sisle örtülür ve ölüm saçan gemiler kaplar her yanı. Gözlerini acıtır, Nusret’in mayınlarına çarpan metal yığınlarının dumanı.

Seyit Onbaşı’yı seçer gözlerin karşı kıyıda. Mecidiye Tabyası’nın ayakta kalan son topunun başında, tek başına. 200 kiloluk bir mermiyi sırtlayıp, koyar topun içine ve vurur Ocean adlı ölüm makinesini dümeninden. Ve diğer Seyit onbaşılar… Boğazı saran onlarca gemiden atılan top mermilerine aldırmaksızın ateşlerler toplarını. Batırırlar bir bir diğer “Ocean” ları. Kaçar sağlam kalan “medeniyet şaheserleri”. Boğazın benzersiz güzelliğini kirletip kaçarlar.

Kanla sulanmamış, mermi düşmemiş bir karış toprağın zor bulunacağı, kahramanların ebedi diyarı Gelibolu “Dur Yolcu, Bilmeden Gelip Bastığın Bu Toprak Bir Devrin Battığı Yerdir” yazısıyla karşılar seni. Şimdiye kadar hissedilenlerin henüz başlangıç olduğunu anlatmak istercesine. Mukaddes topraklara ayak bastığında, seni yüz yıllara meydan okuyarak duran Kilitbahir Kalesi selamlar. Tarihin bir tecellisi midir bilinmez, Fatih tarafından Fetih sırasında İstanbul’un emniyetini sağlamak için boğazın en dar yerine yaptırılan Kilitbahir Kalesi ve karşısındaki Çimenlik Kalesi 463 yıl sonra tekrar Dersaadet’in korunmasına vesile olmuştur.

Sonraki ziyaret mekanın Arıburnu’dur. Aslında çıkarma yapmaya hiç uygun olmayan fakat Kabatepe’de denize bırakılan işaretin kuzeye kayması sonucu, Anzaklar’ın 25 Nisan 1915 sabahı 1500 kişiyle yanlışlıkla çıkarma yaptığı yerdir, Arıburnu. Arıburnu’nun yanında bulunan Anzak koyundaki Anzak anıtına okyanus ötesinden her yıl binlerce Avustralyalı ve Yeni Zelandalı gelir, artık bu memleketin evlatları olan Avustralya ve Yeni Zelanda Ordu Birliği’nde görev yapmış dedelerini ziyarete.

Conkbayırı’na doğru ilerlersin. Kulaklarında Yarbay Mustafa Kemal’in “Ben size taarruz emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman zarfında, yerimize başka kuvvetler ve komutanlar kaim olabilir.” sesleri çınlar. Ve bu emre harfi harfine uyan serdengeçtilerin kanları sel olur boşalır göz pınarlarından. Zamanın bütün donanımına sahip Anzak ve İngiliz askerlerine karşı sadece süngüsü kalmış askerlerini yere yatırtarak geriden gelen destek kuvvetlere zaman kazandıran ve Conkbayırı’nın ele geçmemesini sağlayan Mustafa Kemal’e bir kez daha hayran olursun.

Ertuğrul Koyu’na geldiğinde bir siperde bulursun kendini. Kopan bacağını tüfeğinin kayışıyla bağlayıp savunmaya devam eden Yahya Çavuş ve binlerce top mermisine ve düşman askerine rağmen 48 saat boyunca kıyı şeridini koruyan 66 askeriyle birliktesindir. Top mermisi gelir gemilerden, tüfek mermisi gelir yüzlerce, binlerce asker gelir üzerine. 67 kahraman bir bir düşer yanında. Sen de ölürsün! Ta ki bir el, bir ses seni kendine getirene dek. Ertuğrul Koyu’ndan ayrılırken, Yahya Çavuş anıtının üzerindeki şu mısralar kalır aklında.

Bir kahraman takım ve de Yahya Çavuş’dular,
Tam üç alayla,burada gönülden vuruştular.
Düşman, tümen sanırdı bu şaheser erleri,
Allah’ı arzu ettiler,akşama kavuştular.

Sonra birkaç metre önündeki siperde tüm arkadaşlarının şehit olduğunu gördüğü halde korkusuzca arkadaşlarının yerini alıp düşmanı arkadan destek gelene kadar durduran ve kaderi arkadaşlarının kaderinden farklı olmayan serdengeçtilerin siperlerini görürsün. Ardından temsili mezarları ziyaret edersin bir bir. Ve “temsili” kelimesi ürpertir seni. Her karış toprağın kanla sulandığı ve toprağın altının şehit bedeniyle dolu olduğu gelir aklına. İncitmemek için bir bedeni, ayağın korka korka basar Gelibolu’nun toprağına.

“Ölmeden mezara koydular beni” mısrasının gerçek olduğunu, bir top mermisiyle toprakta açılan doğal sipere yerleşen bir yiğitin yakınlara düşen başka bir top mermisinden kalkan toprağın altında kalıp diri diri şehit olduğunu öğrenmek kahreder seni. Ve divane eder, İstanbul idadilerinin 2 yıl mezun vermediğini duymak. 20-21 yaşında, gencecik 10.000 idadi öğrencisinin çoğunun bu topraklarda can verdiğini öğrenmek. Bir of, bir eyvah çekersin!

Şükranla bakarsın cennet Gelibolu’nun kutsal kanla beslenmiş kan çiçeklerine, ağaçlarına, tabiatına. Atalarından kalan bir mirastır onlar sana. Sivas’tan, Adana’dan, Trabzon’dan, Hakkari’den, Halep’den, Kerkük’den gelen atalarından… Çanakkale Şehitleri anısına dikilen Dünya Şehitler Anıtı en son yerdir Gelibolu’da ziyaret edilen. Ardına vatanı almış dimdik durur boğazın bir ucunda. Kem gözlere bir şey hatırlatmak istercesine…

Gelibolu’dan ayrılırken kan akmaz olur artık damarlarında. Kaldıramaz bunca azabı. Yüreğin kaldıramaz bunca ızdırabı. Denizle göğün muhteşem birlikteliğine dalıp da, düşünemez olursun uzun bir süre. Bu yüce topraklarda vuku bulmuş, yüce insanların, yüce hikayeleri geçer bir bir aklından. Donarsın. Ağlayasın gelir, yaş akmaz göz pınarlarından. Fakat, Gelibolu’ya ayak basarken eğik olan başın, dimdiktir ayrılırken. Gururla dolar göğsün. Ve bir şarapnel parçası saplanır göğsüne o an. Bir azap acıtır yüreğini, beynini, bedenini. Seyit Onbaşı’ya Yahya Çavuş’a layık olamamanın azabı!