Bu Yazımızı Okurken, Özel Müziğini de dinlemenizi Tavsiye Ederiz… One Autumn Day

Timuçin HAN

İş temposu yüksek ve stresli bir haftayı daha geride bırakmış, hafta sonu kendimi doğaya atmak arzusu ile plan yapmaya başlamıştım. Yorgunluktan dolayı araba kullanmak çok cazip gelmediği için bir tura katılmayı düşünüyor ve Ölüdeniz’i içimden geçiriyordum. Hal böyle olunca FMA Travel’ı arayıp, Ölüdeniz’e giderken aman bizi de unutmayın dedim 🙂

Hareket vakti geldi çattı… Günü daha iyi değerlendirmek amacıyla seyahatimize Cuma gecesi 24:00’te hareket ederek başladık. Turumuzda bize FMA Travel’ın sahibi sanat tarihçisi ve ülkesel rehber Fatih Aygüneş rehberlik etti. O da yoğun temposunun stresini Ölüdeniz sularına bırakmak isteyenlerdendi. Turumuzun olmazsa olmaz bir diğer şahsı ise, araç kaptanımız Ercan Bey’di.

Sanat tarihçisi bir rehber, güvenli ve konforlu bir araç ve direksiyonda Ercan Bey… Her şey hazır artık, haydi hayırlı yolculuklar…

Gece yolculuğumuz başlamış ve herkesi, sabah başlayacak, yorucu ama bir o kadarda keyifli geçecek bir turun heyecanı sarmaya başlamıştı. Fatih Bey’in tur hakkındaki bilgilendirmelerinden sonra mikrofon elden ele gezdi ve herkes kendini tanıttı. Bir süre sohbet edildikten sonra bazılarımız uyuyarak sabaha daha dinç kalmayı, bazılarımız da sohbete devam edip grupla kaynaşmaya başlamak için sabahı beklememeye karar vermişti. Bende sabahı beklemeyenlerdendim. Grubumuzun profili geniş bir aileyi andırıyordu… Anneler, anneanneler, ikinci bahar yaşayan çiftler, üniversiteli gençler… Hepimizin ortak paydası güzel ülkemizin, güzel coğrafyasını, doğa harikalarını, tarihini ve kültürünü öğrenmek ya da yeniden hatırlamaktı. Böylesine güzel bir grupta sabaha kadar uyumayıp yolculuğu sohbet ederek tamamlayanlardım.

Sohbetler devam ederken,  bir yandan da birkaç arkadaş kendi içimizde güzel bir görev dağılımı yaptık 🙂 Buna göre, ben fotoğraf çekimlerinden sorumluydum, Alper’in bankacı olmasını fırsat bilip tüm hesap işlerini ona bıraktık, özellikle adisyonlar ile o ilgilenecekti 🙂 Aylin ve Sevim’in ise öncelikli görevleri hatıra fotoğrafları için poz vermekti 🙂 Ayrıca yiyecek ve içecek tercihlerimizde gurmelik görevini de üstlenmişlerdi…

Yol çok sakindi, bizler uyumayıp sohbete devam ederken Kaptanımız Ercan Bey’in de sıkılmadan yol alması için sohbetsiz kalmaması gerekiyordu, Fatih Bey ile birlikte bir nöbet planı yaptık, onun 01:00 – 03:00, benim de 03:00-06:00 nöbetimiz vardı. Ama, ava giderken avlandık 🙂 Çünkü Ercan abi hem yola, hem yolculara, hem de sohbete hakimdi ve konuşmaya hiç ara vermedi 🙂 olan yine bize oldu, nöbette uyku kaçamağı yapamadık yani…

Birkaç keyifli çay molasının ardından Fethiye’ye 45 km kala Tlos antik kentine geldik. Öncelikle kahvaltımızı yapıp kendimize gelmemiz için Tlos’u kahvaltı sonrası dönüşe bırakarak 650 m yükseklikteki Yakapark Restauranta doğru yeşil bir tırmanışa başladık, temiz havanın ciğerlerimize dolmaya başlamasıyla uyuyanlar da yavaş yavaş uyanıyordu. 2 km sonra yemyeşil bir ortam bizi kucakladı. İçinde canlı bir alabalık çiftliğinin de olduğu Yakapark Restaurant gerçekten çok iyi bir kahvaltı molası olmuştu bizim için. Bazılarımız barın içindeki kanalda yüzen balıkları severken, severken diyorum çünkü buradaki alabalıkları elinizde dokunarak sevmeniz mümkün 🙂 bazılarımız hamakta dinlenmeye başlamış, bazılarımız da ağaç tepelerinde koşan sincapları görmeye çalışıyordu. Biz ise bu arada gözleme derdindeydik 🙂 Buradaki keyifli bir kahvaltının ardından tekrar Tlos antik kentine döndük.

TLOS ANTİK KENTİ

Burası Likya Federe Birliğinin altı büyük kentinden biri ve ayrıca birliğin spor merkezi. İçinde kazı işlemi tamamlanmamış bir de stadyum bulunuyor. Ayrıca Tlos, uçan kanatlı at Pegasus ile ünlenen mitolojik kahraman Bellerophontes’in yaşadığı kent olarak da bilinir. Likya bölgesindeki en eski kent olduğu ve kuruluşunun İ.Ö. 2000’lerden önceye dayandığı arkeoloji kazıları ile tespit edilmiştir. Kent akropolünün doğal kayası üzerinde oluşturulan mezarlığı, Likya’nın en güzel ev tipi mezarlarındandır. Buradaki gezimizi bitirdikten sonra Saklıkent Kanyonuna doğru yola koyuluyoruz…

SAKLIKENT KANYONU

Saklıkent tam bir doğa harikası. Yaz aylarında yerli ve yabancı turistlerin uğrak yerlerinden bir tanesi. Akdağ’ın eteklerinde kayalar arasında yer alan Saklıkent’in suyu, yaz aylarının sıcak dönemlerinde bile ayaklarınızı donduracak soğuklukta. Biz de araçtan iner inmez, suya kim girer, kim girmez bahislerini açmıştık zaten. Saklıkent kanyonu yüzyıllar boyu akan kar sularının açtığı ve yaklaşık 100 metre yüksekliğinde, 18 km uzunluğunda bir kanyondur. Adrenalin sevenler bu kanyonda zorlu bir tırmanış ve yürüyüş ile ilerleyebilirler. Ama strese girmeden kanyonun tadını çıkarmak istiyorsanız, hemen girişte, yaklaşık 150 metre uzunluğunda ve kayalara monte edilmiş köprülerden yürüyerek köprünün sonunda buz gibi sular ile kucaklaşabilirsiniz.

Biz giriş yaptığımızda havanın da biraz kapalı olmasından dolayı kanyon oldukça serindi, dolayısıyla suya kim girer, kim girmez iddiaları oldukça kızışmıştı. Fatih Bey’in hatırlatmalarını, kanyonun büyülü atmosferi sayesinde unutmuş ve terliklerimizle suya atmıştık kendimizi. Böylelikle Aylin ve Sevim iddiayı kaybettikleri için çayları ısmarlamak, biz de akıntıya kendini kaptırmış giden Alper’in terliğinin arkasından koşmak zorunda kalmıştık… o andan itibaren artık Alper bir çolaktı 🙂

Saklıkent’ten ayrılmak çok zor oldu bizim için, ama rotamız başka bir cennet, “Kelebekler Vadisi” idi artık…

KELEBEKLER VADİSİ

Şoförümüz Ercan Bey aracını yıkamış bizi bekliyordu vadi girişinde, ve bu işlemi günde birkaç kez yapıyordu 🙂 Aracımıza bindik ve Ölüdeniz sahiline doğru yola koyulduk. Sahilde bizi bekleyen teknemize binerek Kelebekler vadisine doğru, vur patlasın çal oynasın bir deniz yolculuğuna başladık.

Yaklaşık yarım saatlik bir deniz yolculuğu ile Belcekız Körfezinin doğu koylarından biri olan Kelebekler Vadisine ulaştık. Vadiye ulaşmak için en etkin yol deniz yolu. Ayrıca vadinin üstünde bulunan Faralya köyünden de buraya inmek mümkün ama, bunun için zorlu ve tehlikeli bir iniş söz konusu, kendine güvenenler bu yolu deneyebilirler.

Kelebekler Vadisi 250 metre uzunluğunda bir sahile sahip. Vadide derinlere doğru yürüyüş yapmak isterseniz ileride bir şelale ile karşılaşacaksınız. Bu şelalenin suyu Babadağ eteklerinden doğan Sarp Deresinden gelir. Kış aylarında yağmur suları ile birlikte derenin suyu artarak dar vadiyi geçip sahili yararak denize akar.

Vadide kamp yapmak oldukça keyifli. Vadi işletmesinde tüm ihtiyaçlarınızı karşılayabileceğiniz bir cafe mümkün. Ayrıca ister çadır kurabilir ister bungalow evlerde kalabilirsiniz. Doğal bir ortamda özgürce tatil yapabilmek için eşsiz bir yer.

Vadinin iç kesimlerinde ormanlık alanda yaşayan, başta kaplan kelebeği olmak üzere çok sayıda kelebek türü konaklamaktadır.

Kelebek Vadisi’ nin dillerde dolaşan bir de efsanesi var: Bir zamanlar Vadi’de tek başına yaşayan Despina isimli bir Rum kadını varmış. Despina 20 yaşındayken, korsan gemilerinin gizlendiği bir yer olan Vadi’de, genç bir denizciye aşık olmuş, geri geleceğini vaat ederek denize açılan genç denizci, bir daha geri dönmemiş ve Despina ömrünün sonuna kadar hep onu beklemiş. 120 yaşında ölen Despina’nın öldükten sonra cesedi bulunamamış ve Despina’nın ruhu, yaşlılara göre hala burada dolaşmaktaymış…

Biraz yüzdükten sonra karnımız epeyce açıktı… Gurmelerimiz Aylin ve Sevim’in yoğun araştırmaları ve lezzet testleri sonucunda, vadi restoranından aldığımız domates soslu makarna ile kaybettiğimiz enerjimizi geri kazandık. Vadinin derinlerindeki şelaleye kadar bir yürüyüş yaptıktan sonra, biraz dinlenip tekrar teknemize binerek vadiden ayrıldık.

Dönüş yolunda tekne ile oldukça heyecanlı anlar yaşadık, ölüdeniz kıyılarına yaklaştığımızda başlayan bir fırtına bizi oldukça heyecanlandırdı. Bizler biraz huzursuz oluyorduk fakat kaptanımız kendinden oldukça emindi 🙂 usta manevralar ve soğukkanlılıkla sorunsuzca sahile yaklaştık ve yolcuları indirmeyi başardık.

Aracımızın şoförü Ercan Bey yine arabasını yıkamış bizi bekliyordu indiğimiz yerde 🙂

Artık rotamız gece konaklayacağımız Yel Holiday Resort Otel’di. Ovacıkta bulunan bu güzel otele yerleştikten sonra, açık büfe akşam yemeğimiz için restorana indik. Maalesef hiçbirimizde ne rejim ne diyet kalmamıştı…

Yemek sonrası havuz başı barda biraz sohbet ettikten sonra. Bazılarımız yatıp dinlenmeyi tercih ederken bizimde başı çektiğimiz bir grup ta Hisarcık’ta eğlenmeye devam etmeyi seçti ve kendimizi bir diskoda buluverdik 🙂

Ertesi sabah kahvaltımızı yaptıktan sonra 09:00’da artık rotamız Kayaköy’dü…

KAYAKÖY
Kayaköy bir zamanların Rum köyü. Ne yazık ki günümüzde tamamen terk edilmiş hatta harabeye dönmüş ölü bir köy olmuş.

Kaya Köyü’nün günümüzdeki popülaritesi, antik dönem kalıntılarından öte, Türk Kurtuluş Savaşı’ndan sonra mübadele sonucu terk edilen bir Rum köyü olmasından kaynaklanıyor. Burada yüzyıllar boyu Rumlar ve Türkler birlikte yaşamışlardır. Türkler tarım ve hayvancılıkla geçimlerini sürdürürken, Rumlar ise zanaat ve ticaretle uğraşarak yamaçlarda kurulu evlerde yaşamlarını sürdürmüşler.

Gezerken evlerin kapı ve pencerelerinin söküldüğünü, tavanların çöktüğünü görüyor ve duruma biraz üzülerek bazı Rum evleri, şapeller ve kiliseyi de gezdikten sonra yolumuza devam ediyoruz.

Rotamız artık Dalyan…

DALYAN – İZTUZU PLAJI

Aracımıza binip Dalyan’a vardıktan sonra öğle yemeğimizi burada yiyor ve bizi bekleyen teknemize biniyoruz. Rotamız bu kez sazlıklarla çevrili Dalyan kanalından geçerek İztuzu plajı. Yolda Fatih Bey’in güzel doğaçlamalarıyla mitolojik efsaneler dinliyor, keyfimize keyif katıyoruz.

Yarım saatlik bir kanal yolculuğundan sonra dünyaca ünlü Caretta caretta kaplumbağalarının yumurtalarını bırakmak için geldiği İztuzu Plajına varıyoruz.

Caretta caretta neslinin neredeyse sonu getirilmiş. Dalyanlıların çabalarıyla şu an İztuzu Plajı koruma altında. Dalyan halkı öylesine sahiplenmiş ki, 80’li yılların başında yapımına başlanan, Türk – Alman ortaklı bir otel, temelleri atıldıktan sonra halkın, bölgede yaşayan yabancıların ve Doğal Hayatı Koruma Derneğinin ve çabalarıyla bu inşaatın tamamlanması engellenmiş ve yıkılmış.

İztuzu plajının bir diğer özelliği de dünyada doğallığını koruyan ikinci plaj olması. Plajın bir tarafının tatlı su, diğer tarafının da Akdeniz olması ayrı bir güzellik katıyor.

5400 metre uzunluğunda olan plajda birkaç soyuna kabinin dışında başka bir yapılaşmaya izin verilmemiş. Ayrıca Caretta caretta yumurtalarına zarar vermemesi için sahile kedi, köpek gibi evcil hayvanların da sokulmadığını öğrendik.

Plajda biraz denize girip biraz da dinlendikten sonra tekrar teknemize binerek aracımıza geri döndük. Günün yorgunluğu üstümüze çökmeye başlamıştı ve rotamız artık evimiz, İzmir’imiz di…

Geride bıraktığımız iki günün sonunda, kazandığımız güzel dostlukların yanı sıra, ülkemizin doğal güzelliklerini gezmiş olmanın verdiği mutlulukla, İzmir’de uyanmak üzere tatlı bir rüyaya daldık…

Sevgiyle ve sağlıcakla kalın…
Timuçin HAN