Bu yazımızı okurken, özel müziğini de dinlemenizi tavsiye ederiz…  Parça 5

Z.Deniz OĞUZ

“Hattuşa’ya En Guzel Mektup” yarışmasında mansiyon alan yazı

Senden sonra, kırk asır sonra, aylardan Haziran’da, Haziran ortasında yeniden sana yazma telaşındayım. Yazarken yine sana, mektubum ne taştan kırma ne kil andaçlardan oyma. Biraz mahçup, biraz telaşlı, bir o kadar da kararlı ve umutlu yazıyorum devletli topraklarına.

Senin bildiğini sana hatırlatmak için anılarından dem vurmayacağım. Bir zamanlar taştan, kerpiçten zırhlara bürünmüş şehrine her ayak bastığımda, köprülerinin altından akan suları anlatacağım. Senin şahikalarında tacın, tahtın, haşmetin aslan bakışlarından, kah senin kıyılarında ya da Anadolu’da, kah sınırlar aşan, ovalardan taşan havzalarda emre amade aylarca yalınayak kalkan tutan neferlerinden, bin bir gece ve gündüz ibadet ettiğin tanrılarından kalan yadigarları yazacağım.

Hattuşa! Bugün mavi gezegenin kalbini hoplatan üçüncü bin yıl kavgaları sana hiç de uzak değil. Uzak olmasına uzak değil fakat kavganın ruhu sana hiç yakın da değil. Senin de dört yanını sarıp sarmalamış Asur’un telaşı bir zamanlar. Çetin mi çetin yine günümüzün düşmanlıkları. Dersini aldın sen oysa.. Bana, ona, bize, hepimize, yetmiş ikiden fazla millete bahşettiğin kardeşlik mirası, sözüm ona Birleşmiş Milletler’in duvarında uykusuz günlere gebe. Sorarsan bana, boşlukta bir yerlerde sallanmakta. Olağan ki taştan kalplere hala hükmedememekte…

Büyükkale’nin yerinde milli park rüzgarları esmekte. Tarih bekçilerin canla başla çalışmakta. Ne hazin ki tanıtamadık seni kendi insanımıza yeterince. Bunu itiraf etmeyi bile yakıştıramadım kendime. Bir zamanlar çağdaşın Mısır’ın torunları öyle mi yapmakta? Kadeş’te firavun ordularıyla çarpışan, sayıca üstün fedailerinin kemikleri ara sıra sızlamakta. Tarihten sildirmek için seni, duvarlarına yalan yanlış yıllıklar kazıtan firavunlar anlatmıyor seni. Sıramız gelmişken anlatmalıydık bizler de. Vakit geç değil yine de… Bir zamanlar ulusumun inancı, senin iki alandaki gücüne olan inancından akarak geldi. Ülkemin suyundan mı güneşinden midir bilinmez, Hatti’den bayrağı alan Hitit çocukları bu topraklara adını işledi. Belki bu yüzden haykırıyordu Mustafa Kemal, genç Türkiye Cumhuriyeti tarihine sahip çıkılsın diye. Askeri zaferlerimizi diplomatik kararlılıkla perçinledik. Tıpkı senin yaptığın gibi. Dahası, Anadolu’da kalem tutan eller ilk adımı seninle attı yazıya. “Yazmak” seninle girdi Anadolu’ya. Tarihin sadece bize mal olmuş değil; “watar” senin, “su” bizim, “water” yabancının çoktandır.

Dört bin yıl öncesine damgasını vurmuş iki kelime: “Akıl ve güç” timsali Hitit ve baş şehri sen Hattuşa! 3500 yıl evvel yasalarınla günümüze taşıdığın satırlar ancak milat sonrası 1215’te vücut buldu. Hattuşa’nın Meclisi bugün hemen her ulusun Panku’su oldu. Mutlak hükümranlığın ayağına vurduğun pranga oldu. İyi ki olmuş! Elinde asa, tepesinde külah, ayağında çarık, gönlünde Hitit güneşi krallarınla rahat uyu Hitit’in başucu Hattuşa!

Aslanların gözünü sakınmadığı Kapı’n hala dimdik ayakta. Fakat ovalara nazır Yerkapı’n yılların yorgunluğunu atamamışken üzerinden, hançerlenmiş arkadan. Özür diliyorum ki kollayamamışız onu, kaptırmışız taş hırsızlarına. Ülkem, Kadeş Barış Paktı’nı armağan ederken dünya uluslarına, onlar Yer Kapı’nı çalmakla meşgulmüş. Ne hazin!

Eteklerinde, bir nefes ötede Yazılıkaya’nın galerileri bir şeyler anlatmakta ısrarlı hala. Sana karşı uyanıyor oyalı kayalar her günün sabahında. Ortalık yerde, güneşe vermiş sırtını, bağrına kazımış tanrılarını, krallarını, kraliçelerini. Tanrıların bile kucak açmışken hükümdarlarına, biz kucaklayamadık büyülü anıtlarını. Onların da gözü kalmış yollarda. Eksiği yok fazlası var bugün, bu nadide açık hava müzesinin. Ülkemin her yeri açık hava müzesi. Ayın on dördü gibi konuşlanmış dizi dizi on iki ay tanrısı, kayaların serin sırtlarına. Seyrediyor gün batana kadar Şuppiluliuma’yı, asasını, kılıç tanrısını, seni… Epey yaklaşmışlar, sokulmuşlar birbirlerine. Tanrıların ziyafeti bizler içinmiş meğer. İbadetin anlamını hatırlatıyor bize: “Bir çift göz hep üzerimizde”. Bu yüzden şıkır şıkır kralların. Kendilerine, sana, halkına, tanrılarına duydukları saygıdan… Yazılıkaya’nın panoları diyor ki: “Kula degil, tanrıya egil”. Dinin, ibadetin ne olursa olsun, eğil. Ne farkı kaldı Mevlana’dan? O da kopmadı mı Anadolu’nun bağrından? Bu toprakların yüzü suyu hürmetine der gibi.

Sanatın şehri Hattuşa! Nefes almaya başlamış Hitit’te heykeltraş. Gönlünü döktüğü eserleri ama Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde ama Türkiye’nin dört bir yanında. Hem heykeltraşın hem de sen basmışsın mührünü ülkeme. Mühürdeki anlam müze camlarında dinleniyor bugünlerde.

Boy atmış selvi başak, sarı parlak Hattuşa’da her bir kavak. Damar damar, topraklarını doyuruyor hala Kızılırmak. Selam getirdim tunçtan teknolojiyi estetikle yoğurmuş Hitit ülkesinin kalbine. Boğazını ıslattığın kaplarda, buğdayını pişirdiğin kazanlarda, gerdanına taktığın sihirli taşlardaki göz ziyafeti bugünle kıyas bile götürmüyor. Yıllardır öğrenmeye çabalıyorum Anadolu’mun bahçe kapısı olduğunu. Kayaları yontup birşeyler mırıldandığını anlamaya çalışarak seni bir “Milli Park” ilan ettik. Maksat anlamaksa bin gözle bir yer, senden başka adres olmasa gerek. Tunç devirlerinden demir çağlarına yaklaşırken yorulduğunu seyrettim güney ellerinde. Kuzeyden süzülüp sürülüşünü komşu ellere; Çorum’dan Halep’e, Porsuk’tan Malatya’ya, Yeşilırmak’tan Konya’ya, bir oraya bir buraya…

Hitit Devleti’nin kütüğü Hattuşa! Doğum tarihi milat öncesi Hattuşa! Şahit oldum tunçtan krallığına. Yok daha bir eşin, kutsallığının devamı için kök salmış bugün Mısır’dan hediye yeşil taşın… Orta yerde, Büyükkale’nin ayakları altında. Günler uzun, dünyanın kulağına seni fısıldamak zor değil. İlle de Hattuşa! Sen Hattuşa! Başka neler saklıyorsun yüklü hafızanda? Şimdilerde, iğne iplikle kazıyorlar seni. Durmadan, dinlenmeden…

Hitit deryasının hukuk karunu Hattuşa! 4000 yıl önce alevden bir kraterin ağzında, bugün Orta Anadolu’nun bağrında, ev sahibisin aslında. Son kez kusmuşsun böğrünü küçük krallıklarınla Güneydoğu Anadolu’da. Benzemişsindir belki nemrut adamlara, Mısır’a, Asur’a ateş püskürdüğün zamanlarda. Bugün, senden kırk asır sonra, Tanrı’nın fırçasından taze çıkmış gibi suskun ve durusun. Ortadoğuya komşu kalelerin senin kadar sakin değil halbuki. Öğrenebilseydik durulmayı kardeşlik için. Durulmayan genç ve çalışkan çarklarımız olsun.

Çorum güneşine her sabah göz kırpan Hattuşa! Çorum güneşiyle ışıyan günebakanlara selam duran Hattuşa! Hitit güneşi Hattuşa! Aklımıza resmetmeden, beyaz arşivlere işlemeden olmaz seni. Bir kısmımız Yazılıkaya, bir kısmımız İvriz, Kargamış, Eflatunpınar, Yesemek müptelası. Müptelalar gelince bir araya, geçmiyor sayıları bir kaç bin elin parmaklarını. Bir kaç milyonun gözü değse topraklarına, gözümüz arkada kalmayacak.

Nam-ı diğer Boğazkale! Koyulup Alacahöyük yollarına, kulak verdim ilkeli sesine… Sen, bir köşede direnen Hitit tacı. Gücün, eşitliğin altın ışığı. Çift başlı kartallarınla, sultanların ve kralların terazinin iki kefesine oturmuş sanki. Dayanışma misali… Bugünün bir mücadelesi de kadın erkek birliği. Uygulamada hala ayak diremekte eşitlik, hak, hukuk. Dünya üzerinde ilk kadın hakları yine bu coğrafyada verilmişken hem de.

Soğuk coşan, serin taşan Kızılırmak’ın karnına sokulup sığmayıp taştığından bu yana çok şey değişti. Kan kırmızı hatıralarından kalan sarı mor çiçek tarlaları. Ama, belli ki sarsılmaktan yorulmuşsun yıllarca sen ey Hattuşa! Görüyorum ki ayaklarını sağlam basıyorsun aslanlar gibi. Çelik gibi yekpare anıtlarınla. Aslanların hep yan yana, el ele, diz dize. Dördüncü bin yıla dokuz yüz doksan altı kala, ulaşan yollar kısalsın sana. Araştırmalar, paralar, makalaler Kızılırmak gibi aksın, tez varsın seni yorumlamak için genç kafalar heybetli topraklarına. Nasıl olur deme! Sen Birleşmiş Milletlerin gerçekleşmemiş önerisi! Türkiye’nin mihenk taşı Ankara’dan yalnızca üç saat ötede. Dört yanda yaşadığımız Hitit rüyası; Hattuşa dört bin yılın kent ustası.

Ülkemin kalbi Ankara’da Hitit Güneşi parlıyor. Hitit Güneşi’ni sen kondurmadın anıtlarına ama Türk ustalarına öyle bir esin ki kaynağı oldun ki bugün benim başkentim de seninle nefes alıyor. Lütfen unutma, anıtın emin ellerde.

Hattuşa! Hitit kentlisi, köylüsü ile kabartmalarda tanışacağız tekrar. Hepsi, sanırsın bugünün Çorumlusu. Bence ne mucize, ne de rastlantı. Haber salıyorum dört bir yana, alıcı gözle karşılaştırsınlar diye.

Teşekkürler Anitta, teşekkürler Murşili, Tuthalya, adı aklıma gelmeyen herkese. Ve günümüzde Hattuşa’ya gönül vermişlere. Burada noktalamak düşer bana. Gerisi seni daima yaşatacaklara. Bilgiyle, engin bir kültürle ve yorumla anlatsınlar seni bize. Senden yana oy kullansınlar tarih mirasına kol kanat germek için. Ama kazı alanlarında ama yazılarında, gönüllerinde.

Yine geleceğim Hattuşa! Öbür Hitit kentleri de bizleri bekler. Haksızlık olmasın. Haksızlıklara set çeken sen Hattuşa! Babilli’nin “kısasa kısas”ına karşılık dünyanın ilk tazminat hukuku seninle başladı oysa. Hazır et gölgeliklerini bizlerin hatırına, dünya hatırına, tüm ulusların hatırına. Sırlarını açıkla, tarih sahnesinde arşınladığımız yolları çizelim tek tek. Karanlık demir çağlarından çek çıkar bilinmeyenleri. Yakamıza takalım seni her sene, yine senin bayramında. Bir yaz sabahı yeni bir Hitit festivalinde. Her gün düş arşivlerin aklına, yazarların kalemine, rotasını senin topraklarına çevirecek gezginlere. Tanışsın her millet seninle. Nöbet beklerken surlarını, boynumuzun borcu olacak ruhunu taze tutmak, sesini dünya üzerinde dalga dalga yaymak, tarihsel yanılgıları onarmak, firavunlarla kurduğun gerçek dostluğu kanıtlamak, hiyerogliflerin örtüsünü kaldırmak, gerçekleri ağız dolusu duyurmak, Anadolu’nun güçlü belleğini canlandırmak ve yaşatmak. Bendeniz Deniz. Döne döne affola, ara sıra dilim sürçtüyse!

Z.E. Deniz OĞUZ