Bu yazımızı okurken, özel müziğini de dinlemenizi tavsiye ederiz… safranbolu

Özlemeye yazdım yolculuklarımı. Yoksulluğun sarmaladığı eksik bir mektup gibiydi duvarların dışına çıkamamak. Size de olur mu bilmiyorum ama tahtanın kokusunu, kapılardaki büyüsünü ararım çoğunlukla. Ağacın seslendiğini hayal etmek sonsuz cümleleri beraberinde getirir. Işıklar yanar tek tek. Penceresinden geçtiğim evler sorularla, sıkıntılarla, kavga içindedir.. Sabrını denediğim sohbetler yayılır geceye. Geçmişte kalan gülüşler, şarkılar davet beklemeden yığılır masaya.

Böyle bir gün değildi çağıran, hatırlıyorum. İstanbul kitap fuarından Safranbolu’ya…Yollarda kuşlar, hızla değişen renkler ve dans eden gökyüzü..Maviden yağmura yağmurdan gökkuşağına..Sen dilersen sevdiğim azalır zaman. Hele yazınca çabuk geçer. Haber vermeyi unutma! Toprağına düşen çiçek gibi bekler bütün eski köprüler. Biz seninle karşıya geçsek ayrılır mı yokuşlar? Hayır diye yankılandı Arasta! Hayır! İnan bana güneş saatini geçtikten sonra merhabası yanında bir çınar bulacaksın. Gülüşleri eğilmiş insanlar karşılayacak seni Safranbolu’da. Utanıp sıkılmadan saati bırakacaksın konağın merdivenlerine. Küçük pencerelerde hayat ağacı gözün olmadığı sahiplerle konuşacak, dar sokaklar üzümden korumayacak seni. Korkacaksın gece ormanda. Öyle yalnızsın… kederden değil ama eskinin sadeliği, kavakların hışırtısı, yokuş sarmalıyor ne de olsa.

Doğduğunu unutamazsın kahveni yudumlarken Cinci Han’da..Elden geçirilmiş yenilik ağır geliyor belki ne dersin?..Her şey ama her şey turist artık. Yörük köyünde ayran içmek, gözleme yemek marifet. Sarmaşıkların izin vermediği salıncaklarına binmiş köylü kadınlar kekik, tarhana, ıhlamur ve reçel satarlarken görmüş yoksula, içine çekilecek hayal kuracaksın. Dağların orada bir yerde olmalılar. Boyları yetişmiyor ufku görmeye. Onlar çocukdan daha çocuk ve masum ve ürkek…Tıpkı “serçeler”. Oysa sen hep telaş zannederdin. Safranbolu’da ölçü yok. Deniz bile evin duvarı olmuş her hangi bir köşede beklemekte. Biliyorum anlaşılmaz geliyor okunanlar. Çıkın ve gidin öyleyse. Hayat sandığınızdan, ev diye bellediğiniz yığınlardan. Gidin damlacıkları seyredin, Sarıca dağ’ın eteğinde bir gece avuçlarınıza kırmızı doldurun. Okşayın, hünerle sevin ve ağlayın, hiç durmadan hem de.

Safranbolu, kimbilir kaç ağacın hışırtısı şarkını dillendirmekte. Erken uyanın benim gibi yapmayın. Kar bekleyip soğukla dönün İstanbul’a. Sabahınızı cimitsiz simitle süslemeyi ihmal etmeden gönül verin kaçışlarınıza. Gülmeyin öyle!..

Elbette yanınızda kendiniz ve o güzel “hayal”…

İffet DİLER
İZMİR 2009