Ayhan ÇİFTÇİ

Bu hafta sonu Sultan 2. Abdülhamid’in izinde Maslak-Yıldız arasını gezmek, kendisiyle özdeşleşmiş mekânları yerinde görmek üzere yola koyulduk. Maslak Kasrı’nda şehzadelik sürecini nasıl verimli geçirdiğini gördük, zarif hayatına yakından baktık. Yıldız Saray Müzesi’nde ise tarihe tanıklık ettik. Tarihçi rehberimiz ile çıktığımız tarih yolculuğunda o günleri yaşadık, dem bu dem, devran bu devran diyerek tertibi ilahiye boyun eğdik.

Gezimize Beşiktaş Meydanı’nda bizleri bekleyen nostaljik İETT otobüsüne binerek başladık. Hafif yağmurlu, biraz esintili İstanbul sabahında, meraklı ve bir o kadar ilgili kafilemizle Maslak Kasrı’nın yolunu tuttuk.

Şimdilerde yüksek binalarla anılan, baktıkça insanın başı dönen Maslak’ta ilerlerken 70’li yılların, artık klasikleşmiş şarkıları eşliğinde, tarihi ve tabii değerimiz Maslak Kasrı’na ulaştık.

2. ABDÜLHAMİD’İN 8 YIL YAŞADIĞI MASLAK KASRI UNUTULMASIN!

 Maslak Kasrı, zannımca pek bilinmiyor; ancak 2. Abdülhamid’le özdeşleşen kültürel bir hazinemizdir. Eskiden ulaşım noktası anlamında ilgisizliğe mahkûm edilse de bugünlerde, bir nevi hayalet müzeye dönüştürülmüş. Akıllara da maalesef, ister istemez, unutulmaya mı terk ediliyor sorusunu getiriyor. Eskiden diğer kasır ve köşklerde olduğu gibi yemek yenilip, çay içilebilen kasrın kafesi kapatılmış. Selamlık Dairesi de Devlet Denetleme Kurumu’na tahsis edilmiş. Maalesef, kasrı hafta sonu gitmemize rağmen boş gördük. Oysa böylesi güzel bir günde yeşiller içerisinde 170 bin metrekarelik bir alanın, hem de her tarafı betonlaşmış bir konumdaki bu kasrın hınca hınç dolu olması, Osmanlı tarihine adını altın harflerle kazıyan bir sultanın, 8 yıl şehzadelik yaptığı bu alanın gezilmesi, görülmesi, tarihi öğrenme açısından merakını gidermesi gerekirdi.

Neyse, içerisinde bulunduğumuz Maslak Kasrı, 19. yüzyıl sonlarına kadar av bölgesi olarak biliniyor… İsmini bölgedeki su dağıtım merkezlerinden alıyor. Fatih ormanlarındaki bentlerde toplanan su, açık ve kapalı kanallarla en yüksek tepeye taşınıyor. Buradaki maslaklardan, semte su dağıtılıyordu. Günümüzde biri kapalı iki maslak varlığını koruyor.

Bunlardan ziyade bizim asıl gezi konumuz şehzade sarayı olan Maslak Kasırları… Yapılar, Osmanlı tarihi açısından çok önemli. 2. Abdülhamid, şehzadeliğini burada geçirmiş, tam 8 yıl burada çiftçilikten marangozluğa, ticarete kadar birçok alanla ilgilenmiş.

Kendisinden önce, çevrede ilk yapılaşma 2. Mahmut döneminde başlamış, 2. Abdülhamid ile yerleşim alanı olmuş. Kasırlardan günümüze Kasr-ı Hümayün, Mabeyn-i Hümayün, Limonluk Serası, Çadır Köşk, Ağalar Dairesi ve hamam kalmış.

 

KASRİ HÜMAYÜN’DA, 2. ABDÜLHAMİD’İN YAPTIĞI AYNA GÖRÜNÜMLÜ KAPI…

Yapılar topluluğu içerisinde ana yapı olarak karşımıza ilk çıkan haremi olan Kasri Hümayün. Geleneksel ve batı mimarisine sahip yapı, klasik Türk evi planıyla inşa edilmiş. Bodrum kat, zemin kat, birinci kat ve musandra katından oluşuyor. Uzun yıllar askeri hastane olarak kullanılmış. Bu yıllarda yatak odası kısmına bir duvar konularak ikiye bölünmüş. Yatak odası eşyaları ölçüsüne uymadığından, yatak odası karşı odada temsilen düzenlenmiş. Yine hastane döneminde kalorifer petekleri konulmuş. 1985’ten sonra bugünkü halini almış. Ön bahçeden 3 kat, arka bahçeden 4 kat görünüyor. Aslında kâgir bir yapı, dışarıdan ahşap gibi görünüyor. Zemin katta en dikkat çekeni 2. Abdülhamid’in tasarımı olan ayna görünümlü kapı. 180 derece dönebiliyor, ayna gibi görünüyor, ancak kapı işlevi görmüş. Yatak odası olarak düzenlenen odalar orijinal değil temsili olarak konulmuş. Hiç çivi kullanılmadan birbirine geçme usulü ile yapılan merdivenler ise aşağıdan tek kol olarak başlıyor, yukarıya doğru iki kol oluyor, hilal şeklini alıyor, üstteki avize ise yıldız olarak düşünülmüş. Bileştiklerinde hilal ve yıldız bir araya geliyor. Birçok eşya aslına uygun olarak yerine konulmuş, ancak 1876 yılında tahta geçişi için gelen Mithat ve Rüştü Paşalardan oluşan heyeti karşıladığı koltuklar holde orijinal haliyle sergileniyor. Rehberimiz tarihçi İbrahim Akkurt, burada, daha öncesinde hiç ziyaretçi kabul etmediğini ekliyor. Bu kabul sonucunda da Fransızcasıyla dikkat çekiyor, meşrutiyet şartını da kabul edince tahta oturuyor. Bu katta da şömineler, aynalar, tavan süslemeleri, kendi elleriyle yaptığı masa ve sandalyeler göz kamaştırıyor. Genel anlamda ise asalet ve güç kendini hissettiriyor. 2. Abdülhamid, sembol olarak Latince A ve H harflerini kullanıyormuş. Köşk, bu harflerin kazındığı şöminelerle ve mangallarla ısınmıyormuş. Diğer odasında ise orijinal çalışma masası dikkat çekiyor. Yine çalışma odasının duvarında keten üzerine gümüş telle işlenmiş tuğrası gözlerimizden kaçmadı. Yemek odasında orijinal perdeler, kendi tasarladığı sandalyelerde eski Türkçe ile ismini görmek mümkün. Kalem işi süslemelerin kullanıldığı oda tavanlarında; manzara, çiçek, meyve, kuş ve gül motifleri bulunuyor. Her birinin anlamı var, mutfakta meyve; çalışma odasında çiçek motifleri var. Holde ise tavanda manzara motifi var. Buraya dair ilginç bilgilerden biri de Avrupa’da tuvalet yokken burada harem içerisinde dahi bulunması.

Buradan hayranlıkla, rehberimizin ve kasrın rehberi Muammer bey’in ve kasrın amiri Berrin Hanımefendinin de bilgilendirmeleri eşliğinde şehzadelik döneminde çalışma odası olarak kullandığı Mebeyni Hümayün yani selamlığın yanından geçerek serasına doğru gidiyoruz. Geçiyoruz; çünkü içerisinde giremiyoruz, yukarıda da belirttiğimiz gibi burası Kamu Denetçiliği kurumuna tahsis edilmiş. Buralar mis kokular eşliğinde, insan seslerinin kuş seslerine karıştığı bir ortam iken buna ne gerek vardı, anlamak mümkün değil.

 

ŞEHZADE ABDÜLHAMİD’İN SERASI’NDAKİ LİMONLAR VE KIŞLIK GÜLLER…

Buranın hemen arkasında sera var. İçeri girer girmez bizleri muhteşem bir gül manzarası, yapay mağara ve keskin bir limon kokusu karşılıyor. 1876 yılında ekilen kamelyaları ve Türkiye’nin en yaşlı Sikas Ağacı da hayranlık uyandırıyor. Sıcacık seranın içerisinde bir de buz gibi mağara var. Burada kışın yetişen rengârenk güller hala gözlerimizin önünde canlanıyor.

Buradan çıkışta aşağı inerken dikkatimizi Manolya ağacı çekiyor. 2-3 ay sonra kim bilir ne güzel bir görünüme kavuşur diyerek, 2. Abdülhamid’in ne kadar ince ruhlu bir insan olduğunu düşünmeden edemiyoruz.

 

ASİL ATLARINI İZLEDİĞİ SEYİR TERASI…

Asil atlarını ve koyunlarını izlediği bir tür seyir terasını görüyoruz. Çadır köşkü denilen bu mekânda çok sevdiği sabah kahvesini içermiş. Sekizgen bir şekle sahip bu köşkün alt katında da bugün kullanılmayan kahve ocağı var.

Buranın yan tarafında yeşiller, baharda lalelerin açtığı bahçeden ilerleyerek Ağalar Dairesi’ne geliyoruz. Harem-i Hümayun’un bütün ihtiyaçlarını gören ağalar burada yaşamışlar. Binada kalan ağaların görevi kapıda nöbet tutmak, sabah akşam kapıları kilitlemekmiş. Yapının doğusunda ise orijinalliğini kaybetmemiş olan hamam bulunuyor. Sıcak ve soğuk bölme olarak iki bölümden oluşuyor, kapıları çüha kaplı, üzeri şişeli ve zemini Frenk mermeri.

1924’e kadar hanedan mensuplarının kullandığı Maslak Kasrı’nı bu şekilde tamamlıyor, 2. Abdülhamid’in saltanatı boyunca devleti yönettiği Yıldız Sarayı’na gitmek üzere tekrar nostaljik İETT otobüsüne biniyoruz.

 

OSMANLI DEVLETİ’NİN 4. YÖNETİM MERKEZİ: YILDIZ SARAYI

Yıldız Sarayına geldiğimizde rehberimiz hazırlıklıydı. Böylesine karışık ve ayrı dönemlerde yapılan yapılar bütününü anlatmak oldukça zordu. Bir de bu kültür gezisinin tarih ve 2. Abdülhamid boyutu vardı. Bu sebeple sarayı, geniş ifadesiyle koruyu, eline aldığı kroki üzerinden genel manada anlattı. Müzenin içerisinde ise daha çok 2. Abdülhamid ve dönemi gelişmelerini anlattı.  Sarayın yönetim yapıları Büyük Mabeyn köşkü, Şale Köşkü, Set köşkü, Çit kasrı, Limonluk Köşkü, Hünkar Dairesi, Cihannüma Köşkü, 3. Selim Çeşmesi, Hamit Havuzu, Marangozhane, Yıldız Tiyatro ve Opera Evi, Yıldız Saray Müzesi ve İmparatorluk Porselen Üretim Evi gibi başlıca yapıları kapsıyor. Bunların birçoğunu yakından göremedik. Tadilatlar nedeniyle giriş kısımları kapalıydı. Havuz tarafına geçemedik. Köşklerin bazılarına da Cumhurbaşkanlığı İstanbul Külliyesi olarak Cumhurbaşkanlığı makamına tahsis edildiğinden güvenlik nedeniyle giremedik. Bu sebeple Yıldız Sarayı Müzesi’ni gezdik. Ancak kütüphane, kiler, Silahhane önünde yapılar ve bahçe kısmındaki havuzlar hakkında genel bilgi aldık.

 

İSMİNİ, 3. SELİM’İN “YILDIZ” ADIYLA YAPTIRDIĞI KÖŞKTEN ALIYOR…

Yıldız Sarayı, 500 bin metrekarelik bir alanı kaplayan bir koru. 1. Ahmet Dönemi’nde padişahın hasbahçeleri arasında yer almış. 4. Murad döneminde de ilgi görmüş. 3. Selim’in annesi Mihrişah Valide sultan adına Yıldız adıyla yaptırdığı köşkü nedeniyle bu isimle anılıyor. Sultan Abdülmecid ve Abdülaziz dönemlerinde eklenen köşk ve kasırlarla genişleyen yapıya 2. Abdülhamid daha da bir önem vermiş. Yeni eklemelerle birlikte devletin 4. Sarayı olmuş. Eski saray, Topkapı, Dolmabahçe’den sonra devleti n 4. yönetim merkezi payesini almış.

 

KÖŞKLER GÖZ KAMAŞTIRIYOR…

Yıldız Şale köşkü, 2. Abdülhamid’in ikametgâhı olarak kullandığı köşktü. 19. yüzyıl mimarisinin ilginç yapılarından biri. Yüksek duvarlarla çevrili bir bahçe içerisinde birbirinden ayrı zamanlarda yapılmış üç yapıdan oluşuyor. Birinci bölüm 1880’de yapılmış, 9 yıl sonra Sarkiz Balyan’a ek bina yaptırılarak köşk genişletilmiş, oda ve salon eklenmiş. Üçüncü yapısı ise merasim köşkü olarak bilinen kısım, 1898’de tamamlanmış İtalyan mimar Daranko yapmış. Devlet konuk evi olarak Alman Wilhem’e konaklamak üzere yapılmış. Köşk ahşap ve kagir yapı. Harem ve selamlık bölümlemesi görünmüyor. 3 kattan oluşuyor. Ahşap panjurları ile dış dünyaya açılıyor.

Malta köşkü, Sultan Abdülaziz döneminde Yıldız Sarayı’nı ayıran duvarın kuzeyinde Yıldız Parkı’nda yapılmış. Malta Kuşatması’na istinaden köşke “Malta” ismi verilmiş. Mithat Paşa’nın yargılanması bu köşkün arkasındaki bir çadırda yapılmış. Yıldız Sarayı Müzesi ise Abdülhamid’in marangozluk atölyesi olarak kullanılan bina, burası günümüzde saraydaki sanat eserlerinin sergilenmesinde kullanılıyor.

 

İSTANBUL BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ ŞEHİR MÜZESİ…

Yıldız Sarayı Müzesi’ne girmeden, hemen yanındaki İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne ait Şehir Müzesini gezdik. 2 katlı müzede, Eseri İstanbul’u yakından gördük, cam ve porselenden yapılan sanat eserleri gözlerimizin tozunu aldı. Gülabdanlar, süs askıları eşliğinde üst kata çıktık,  hilye-i şerifleri inceledik, âlemler, kaşıklar, sahan ve cezveler ile tarihi bir yolculuk yaptık.

Buradan müzeye geçerek 2. Abdülhamid Han’ın saltanat dönemine doğru tarihi bir sefere çıktık. Giriş Orhaniye kışlası, dil din gözetmeksizin oluşan bir birlik burada Türk, Kürt, Laz, Boşnak, Pomak her kökten asker var. Ancak 2. Abdülhamid’in Ertuğrul Gaziye karşı ayrı bir hissiyatı var. Bu sebeple Ertuğrul Birliğini kuruyor. Tamamı karakeçililerden oluşan bu birlik kendisini koruyor. Bunlar boylu poslu, zeki ve çevik askerlerden oluşan Ertuğrul Sancağı bulunduran özel birlik. Bu birlik için gezinin sonunda gideceğimiz Ertuğrul Tekkesi adı altında sarayın aşağısında bir de cami yaptırıyor. Az ilerlediğimizde sancağını, sultan hanım tahtı, sancak, vazolar, porselenler, testiler, fotoğraflardan bildiğimiz o meşhur elbisesinin arasından geçerek. Faytonuna ulaşıyor, Şazeli tarikatı şeyhi Şeyh Zafir Hazretlerine hediye ettiği kendi göz nuru el emeği dolabın zarifliği karşısında boyun eğiyoruz. Rehberimiz İbrahim Akkurt, olayın bu boyutuna da değinerek eğer sultan olmasaydı dünyanın en iyi marangozu olacak ürünleri yapabilirdi sözüyle irkiliyoruz. Hamamını, işlemeli havlularını da görerek hal edildiği, dinlenme ve çalışma odası olan Küçük Mabeyn Köşkü’ne ulaşıyoruz. Burada kan dökülmesin diye tahttan feragatini, sürgün yıllarını, dönüşünü ve kendisine yapılan kötü muameleyi öğreniyoruz. Sonrası gelen felaketler ve pişmanlıklar. Kardeşi Sultan Vehdettin’in, Mustafa Kemal Atatürk ile görüştüğü odayı da gördük. Bu odadan boğazdaki düşman gemileri görülmüş. Sultan, genç ve parlak subay ile kimsenin olmadığı ve diz dize gerçekleşen görüşme sonrası Samsun’a çıkıldığı da unutulmamalı uyarısıyla birlikte müzeden çıktık.

 

YILDIZ HAMİDİYE CAMİSİ VE 2. ABDÜLHAMİD HAN’A SUİKAST…

 Bu tarihi yolculuk bizi yormaya, vakitte daralmaya başladığından bir ara vermek niyetindeydik. Ancak Yıldız Hamidiye Camisini de görelim istedik. Maalesef tadilattaydı. Önünde durduk, dikkatle rehberimizi dinlemeye koyulduk. Bu cami önünde 2. Abdülhamid Han’a bir ermeni tarafından suikast düzenlenmiş. Rehberimiz gelişen olayı şöyle anlatıyor:

 

“Ayrılıkçı bir grup Ermeni 2. Abdülhamid’i öldürmeyi planladı. Bu amaçla bir atlı arabaya 120 kg miktarında patlayıcı yerleştirerek padişahın Cuma selamlığından sonra Yıldız Hamidiye Camii önündeki yoluna yerleştirdiler. Suikast için padişahın kendi arabasına yürüyüş süresi, 1 dakika 42 saniye gibi en ince detay dahi hesaplanmıştı. Bir yıl boyunca izlenmiş, ince plan yapılmıştı. Patlayıcıların içine konduğu arabaya metal parçaları doldurulup bombanın etkisi artırılmıştı. Ancak Şeyhülislam Cemaleddin Efendi’nin Sultan Abdulhamid’e bir soru sorarak geciktirmesi üzerine bomba Sultan Abdülhamit’in etki alanı dışındayken patladı ve padişah hiçbir zarar görmeden kurtuldu. Patlama sonucu 26 kişi öldü ve 58 kişi yaralandı. Olaydan sonra yapılan araştırma sonucu olaya karışan 40 kişinin kimlikleri belirlendi. Bunlardan 15 kişi yakalanarak tutuklandı. Belçika vatandaşı Edward Joris’in suikast girişiminin lideri olduğu sonucuna varıldı. Edward Joris 2 yıl hapis yattıktan sonra serbest bırakıldı. Öldüğünde ise kasasından ilginç bir detay çıktı. Sultan 2. Abdülhamid’in tuğrası vardı. Siyasi deha suikastçisini ajan olarak kullanmıştı. Kendini değil milletini ve devletini düşündü, intikam hırsıyla kavrulmadı. Allah rahmet eylesin. Bu duruma üzülenler de yok değildi, şiir bile yazdılar. Sultan Abdülhamit’in suikast girişiminde kurtulması hoşuna gitmeyen şair Tevfik Fikret “Bir Lâhza-i Ta’ahhur” (Bir Anlık Duraklama) adlı şiirinde şu mısraları yazmıştır:

Ey şanlı avcı, damını bihûde kurmadın.

Attın fakat yazık ki, yazıklar ki, vurmadın.

Allaha havale ediyoruz”

 

Döneminde her yeri saat kuleleriyle donatan Sultan, buraya da bir tane kondurmuş. Caminin hemen yanındaki estetik ve alımlı bu saatin ayırıcı özelliği, saatteki rakamlar roma rakamıyla değil Arap rakamları ile yapılmış.

 

ERTUĞRUL TEKKE KÜLLİYESİ VE ŞEYH ZAFİR HAZRETLERİ…

 Burada bir saatlik ara veriyoruz. Ardından Yıldız Hamidiye Camisi birlikte yapılan Ertuğrul Tekke Cami avlusunda toplanıyoruz. Şazeli Tarikatı Medenî Kolu’nun kurucusu Trablusgarblı Şeyh Hamza Zafir (1823-1903) adına yaptırılmış. Cami, tekke, misafirhane, türbe ve kütüphanesiyle bir külliye olarak yapılmış. Caminin adı, Osmanlı Hanedanı’nın Ceddi Ertuğrul Gazi’nin hatırasını canlandırma arzusu ile Sultan 2. Abdülhamid’in yine bu maksatla Domaniç Türklerinden oluşturduğu Ertuğrul Alayının ibadetine tahsis edilmesinden kaynaklanıyor. Burada Sultan’ın el izini bulmak mümkün. Hünkar mahfilindeki sağlı sollu ahşap pencereleri kendisi yapıyor. Ertuğrul birliği askerlerine verilmesi nedeniyle bu isimle anılıyor. 2. Abdülhamid Han’ın yıldız ve hilal sevgisi burada da mihraba nakşedilmiş. Buradan hemen aşağısındaki Şazeli Tarikatı şeyhi Şeyh Zafir hazretlerinin türbesi ve kütüphanesinde hakkında aldığımız bilgiler sonrası gezimizi tamamlıyoruz.

Ayhan Çiftçi