Mustafa DORSAY

Anadolu tarihindeki en farklı uygarlıklardan biri olan ve kökenleri Balkanlar’a uzanan Friglerin tarih sahnesinde görünmesi MÖ 750 yılına denk gelmektedir. Ancak Frigler, yıllar sonra geniş bir alanda egemenlik kuracakları Anadolu’ya MÖ 1200’lü yıllarda gelmiştir. Günümüzde Eskişehir, Afyon ve Kütahya’nın bulunduğu topraklarda yaşayan Frigler, aynı topraklarda yaşayan Yunan halkı üzerinde de büyük etki sahibi olmuştur.

 

Friglerin ilk kralları Gordious’dur ve bu yüzden başkentlerine Gordion adı verilmiştir. Tarih sayfalarında sıkça adı geçen Midas ise yine bir Frig kralıdır.

 

Friglerin dokumacılıkta, maden ve ağaç işçiliğinde ürettikleri eserler arasında makara kulplu bronz tabaklar ile kazanlar; dönemin “teknolojik” başarısı olan altın, gümüş ve bronz çengelli iğneler (fibulalar); değerli madenlerden giysi kemerleri, tokalar ve zengin bezemeli tekstil ürünleri; geometrik desenlerle süslü mobilyalar bulunur.

 

Roma devrine dek Anadolu’da varlığını sürdürmüş olan bu güçlü uygarlığın izlerini süren kültürel bir yolculuk; Friglerin İzinde.

 

ESKİŞEHİR – AFYONKARAHİSAR

 

Mudanya’dan başlayıp Isparta’ya kadar uzanan, 1250 kilometrelik bir bisiklet turunun 146 kilometresini kapsayan Eskişehir-Çukurca-Afyon rotası Frig Vadisi içinden geçer. İki günde pedalladığım bu yolun güzelliğini, çevresinde bulunan ören yerlerini ve coğrafyanın büyüleyici görünümünü paylaşmak istiyorum.

 

12 gündür yollardayım, 589 kilometreyi geride bırakmışım. Yılan gibi kıvrılarak geldiğim Eskişehir’de üç günümü geçirdikten sonra sabah erken bir saatte  ayrılıyorum. Bugün Seyitgazi üzerinden devam ederek hakkında çok şeyler okuduğum-dinlediğim Frig Vadisi’ne gireceğim.

 

Sabahın serinliği içinde pedallıyorum. Bugün kırıcı tırmanışım yok, 70 kilometrelik bu yol Çukurca’ya ulaştıracak beni. 798 metredeyim, ilkin 1000 metre, sonra 1300 metreye çıkmam gerek. Asfalt tırmanışlarda çift şerit oluyor, sonra teke düşüyor, tırmanış geldi mi gene çiftleşiyor. Yoğun trafiği yok ama, ana yol olmasına karşın.

 

Derbent köyü geçildi. Hafif inip hafif çıkıyorum. Bin metreye gelemedik bir türlü, 970’lerdeyiz. Böyle %2’yle yükseliyorum. Sağ tarafta minik bahçe içinde evler görünüyor. Hobi Evleri olsa. Yolda kirpi, kuş, köpek ölüsü gördüm de ilk defa kedi görüyorum. Ne arıyordu yol kenarında hayvancağız acaba? Ağaçlarda kuşlar var, sesleri geliyor. Arada havalanıp başka ağaca konuyorlar, grup şeklinde uçuyorlar. Solda derinlerde çalışan kepçe, kamyon, greyder var. Sağım göz görebildiğince ayçiçekleriyle kaplı. Bu arada yol dümdüz, hiç dönemeç yok. İp gibi gidiyor.

 

Antik Çağda adı Nakoleia olan Seyitgazi’ye kadar geliyorum rahatlıkla, 42 kilometre geride kaldı. Devam ediyorum Afyon yönüne ve 4 kilometre sonra soldan, Frig Vadisi’ne gitmek üzere ayrılıyorum. 30 kilometrelik bir uzaklığım kalıyor Çukurca’ya artık.

 

Sapıştan sonra yolun durumu değişti. Kaba asfalt, yer yer stabilize bölümler çıkıyor önüme. Ara sıra geçen araçlar toz kaldırıyorlar. Soldan gidiyorum ki rüzgar bana taşımasın diye. Etraf çok keyifli. Bundan 3000 yıl önce Friglerin kayalara evler, kaleler, anıtlar oyarak kurduğu, kocaman bir uygarlığa, enfes bir coğrafyaya giriş yaptım. 970 metreden yavaş yavaş yükseliyorum 1300’lere. Coğrafya dersinde burasını Yazılıkaya Platosu olarak öğrenmiştik. Şöyle anlatılır: Yazılıkaya Platosu, üzerinde yer alan Yazılıkaya Platformu Eskişehir ilimiz sınırları içinde kaldığı için, genellikle Eskişehir’de yer alan bir plato olarak bilinir. Ancak aslında Yazılıkaya Platosu Eskişehir ve Afyon illeri arasında konumlanarak, Ege Bölgesi’ne doğru uzanır. Yazılıkaya Platosu özellikleri arasında en önde geleni, üzerinde Friglerin inşa ettiği Yazılıkaya platformunun yer almasıdır. Yazılıkaya Platformu aynı zamanda Midas Anıtı adıyla da anılır. Bu yapı, Frigler tarafından bir ibadet merkezi olarak inşa edilmiştir… 

denildikten sonra oluşumu içinse; tabakaları yatay şekilde konumlanan ve üzerindeki akarsular nedeniyle derin yarıklar oluşmuş platolara, tabaka düzlüğü platosu denir. Yazılıkaya Platosu, Sakarya Nehri ve onun kolları ile yarılmış bir plato olduğundan, bu plato da bir tabaka düzlüğü platosudur. 800 ila 1000 metre yüksekliğe sahip olan Yazılıkaya Platosu üzerinde yer yer tarım ve küçükbaş hayvancılık faaliyetleri yapılmaktadır.

 

Saat 11’e geliyor, hava sıcaklığı 27 derece. 1316 metre rakımdayım ve yol yer yer stabilize-toprak karışımı, arada sadece dar bisikletlik asfalt şeritler var. %9-10’luk tırmanışlar geçildi. Egzotik ve gizemli bir atmosferde ilerlemekteyim. Etraf ormanlık, çam ağaçları ile kaplı. Yol kenarlarında mor çiçeği ile deve dikenleri. Durup bazı fotolar alıyor, etrafı doya doya izliyorum.

 

Sağdan bir kale çıkışı için ok var. Uzakta bir şeyler görmüştüm. Deneyeyim bakalım çıkabilecek miyim diye dalıyorum. Yol toprak, bazı kısımlar taşlık. Dikkatlice gitmekteyim. Yüküm de var, dengeyi kollamam gerek. Ne var ki çıktıkça yolun durumu bozuluyor, bir yerde siliniyor izler, sonra tekrar çıkıyor ama yerler kozalak dolu, teker üzerinden geçince sarsılıyorum. Birinde düşecek gibi oldum. Bayağı ağırım. Ön-arka dopdolu. Geldiğim noktadan daha ileriye gitmek zor. Acaba bisikleti bırakıp inip yürüsem mi, ama ağaçlardan bir şey de gözükmüyor. Yakında da olabilir, belki de çok çok uzakta. Olmayacak! Geri dönüyorum geldiğim gibi.

 

Böyle 1300 metrelerde pedallıyorum. Bazen iniyor sonra çıkıyor ama yumuşak bir eğimle sürmekteyim. Tepede uzakta görünen bir kale, Doğanlı Kale ve Deveboynu Kale denmiş. Bayağı taşlık bir yol, bisikletle ulaşmak zor gibi. Deminkine çıkamayıp geri dönmüştüm. Bunu hiç denemeyeyim diye devam ediyorum. Ama okuduklarımı paylaşmak isterim: Doğanlı Kale ve Deveboynu Kale, vadide Çukurca köyünün yaklaşık 1,5 km kuzeybatısında, vadi tabanından oldukça yüksek, kayalık bir plato üzerinde yer alan iki kaledir. Deveboynu Kale, kayalık bir yamacın kenarında yer almaktadır. Kayanın kuzeybatı tarafında iki tipik Frig kaya mezarı bulunmaktadır. Doğanlı Kale, Deveboynu Kale’nin yaklaşık 50 m batısında tek bir kaya üzerine inşa edilmiştir. Kayaya oyulmuş yedi katın tamamına yakını Bizans dönemine aittir. Tipik bir Bizans kalesine benziyor ancak vadiyi kontrol eden stratejik konumu nedeniyle alanın Frig döneminde zaten kullanıldığına inanılıyor.

 

Ve geldim Çukurca’ya, 72 kilometreyi gösteriyor ekran. Tam da gün ortası, saat 12. Sağdan girişi var, Midas Han diye de yazıyor. Bu gece konaklayacağım yer. 100 metre girdikten sonra solda bir grup insan oturmakta. Çay var mı? Gel diyorlar. Park edip yanlarına varmamla muhabbet başlıyor. İlkin neredensin, nerden gelirsin, sonra kaç yaşındasın, sonra bisiklet, gezi nedenim, sonra da ülke durumu, dünya hali derken Çukurcalılarla 45 dakikamı geçiriyorum.

 

Midas Han’da kalacağım odaya yerleşiyor, bisikleti yandaki binaya sokuyor, duş alıp biraz ayakları uzatıp dinlendikten sonra akşamüstü 500 metre yakınındaki Gerdekkaya Mezarı’na yürüyorum. Büyük bir kaya kütlesine oyulmuş, ön yüzü Dor Tapınağı biçiminde düzenlenmiş anıtsal mezara demir merdivenden çıkılınca giriş holünün arkasında yan yana, ayrı kapılardan girilen iki mezar odası görülüyor. Odaların yan ve arka duvarlarındaki kemerli mezar tekneleri ilgi çekici. Gerdekkaya Mezarı araştırmacılar tarafından Geç Helenistik döneme tarihlendirilmekte (MÖ 3.-1. yy). Yapılan araştırmalar buranın Roma ve Bizans dönemlerinde de kullanıldığını gösteriyor. İlginç mimarisi ile göz dolduran bu anıtın, tarihi açıdan bu kadar önemli bir bölgenin, bu kadar korumasız, bu kadar yıkıma açık bırakılmaması gerekiyor! Buraları bir şekilde koruma altına alınmadığında önüne gelen adını duvara kazır!

 

Midas Han’a geri dönüp akşam yemeği sonrası biraz han personeli ile sohbet ve uykunun gelmesiyle odama çekilip gözlerimi yumuyorum.

 

ÇUKURCA – AFYONKARAHİSAR

 

Gece nasıl da soğudu köyde hava bilseniz. Üstüme polar yelek giyip içerde oturdum. İstanbul’da eşyaları toplarken polar yeleğe ne gerek var diye düşünmüştüm. Ama biliyorum önceki gezilerden, hesapta olmayan durumlar olabiliyor. Kışlık içlik bile var yanımda. Bazen üşüyor insan ve ısınmak istiyor. Ayağıma çorap giydiğim durumlar bile olmuştur. Yağmura karşı önlemim de var. Belli olmaz havanın durumu.

 

Toparlanıp çıkmam 7 buçuk. Yakındaki çeşmeden suyumu dolduruyor ve köyden ayrılıyorum. Çobanlar sürülerini güdüyorlar. İnekler ve koyunlar geçiyor önümden. Hava sıcaklığı 13,8 derece, tertemiz ama. 1250 metre rakımdan yolum tatlı bir eğimle inmekte. Etrafı izleyerek, fotolar çekerek gidiyorum. Bugün Afyon yolcusuyum, 75 kilometrelik bir yolum var.

 

Bölge doğal sit alanı, Dağlık Frigya deniliyor. Deyim yerindeyse bölgenin her yerinden tarih fışkırmakta. Sağda solda Friglere ait pek çok yapıt var ama uzaktalar. Kaleler, mezarlar, anıtlar… Yol durumu pek bisikletlik görünmüyor. Yani dağ bisikleti gerek ve yüksüz olunmalı! Köyün hemen güneydoğusunda yükselen kayalık platonun güneydoğu kesiminde Akpare Kale yer alıyor. Soldan ayrılan bir yoldan gidiliyor. Bir Frig kalesidir. Doğu yönde yer alan anıtsal girişine bu yöndeki kaya basamaklarıyla ulaşılır. Kale içinde ana kayaya oyulmuş mekânlar ve silo çukurları bulunur. Eteklerinde Roma ve Bizans dönemlerine ait kaya mezarları vardır… şeklinde tanıtılmış ve devamında Frig Kaleleri anlatılmış: Kaya yüzeyine tapınak cephesi biçiminde işlenen kaya anıtları ve mezarları yanında, askeri soylular sınıfının yaşadığı, kayalıklar üzerine kurulmuş, tahkimli Frig kaleleri bölgemizde yoğunluk kazanmaktadır. Genellikle bölgeye hakim tepelere kurulan Frig Kalelerinde, örülmüş sur duvarları yanında, doğal kayaya oyulmuş mazgal delikli sur duvarları, kale girişleri, gizli merdivenler önemli geçitler, dinsel amaçlı anıtsal nişler, kaya mezarları, anıtsal basamaklar, kaya anıtları ve rölyefleri, sunaklar, sosyal amaçlı sarnıçlar, karlıklar, ahşap mimari izleri ile Frig kaya işçiliğinin bütün detaylarını görebilmekteyiz. Ufak çaptaki kaleler ise haberleşme kuleleri olarak kullanılmış olmalıdır. Frig Kaleleri, Helenistik, Roma ve Bizans Çağlarında, orijinal kullanımları yanında, zamanının kültürünü yansıtan değişik tipte kaya mezarları, anıtları ve barınakları ile kayaya oyulmuş irili ufaklı kiliselerin yapılması ile değişikliklere uğramışlardır. Buna rağmen Frig kaya işçiliğinin detaylarını Frig kalelerinde gözleyebiliriz.

 

Friglerin dini merkez olarak seçtikleri Yazılıkaya Platformu, kaya anıtları ile donattıkları Yazılıkaya Vadisi’nde, bulunduğum bölgede yer almakta. Yazılıkaya Kibele İnanç Merkezi ve çevresi, askeri soylu sınıfın yaşadığı Frig Kaleleri ile koruma altın alınmış, o nedenle her yerde çokça kale olduğunu okudum.

 

Akpare Kaleyi pas geçiyor, güneş fazla yükselmeden Midas Anıtı’na ulaşmak için devam ediyorum pedallamaya. Çok keyifli bir bölgedeyim. 4 kilometre sonra Yazılıkaya köyü geliyor. Frig anıtını görmek için yönlendirilen yere sürüyorum. Geldiğim yerde, bahçesinde “Atatürk büstü” ve bayrak bulunan yapının (Han Belediyesi Yazılıkaya Kültür Merkezi) hemen önündeki otoparka bisikleti bırakıyor ve fazla uzak olmayan anıta çıkıyorum. Sabah güneşinin sıcaklığıyla kehribar rengine boyanmış, parlak ve canlı kocaman bir duvar var karşımda, üzeri geometrik motiflerle bezeli. Günümüze kadar her türlü olumsuz dış etkenlere karşı inatla direnerek gelmiş. Muhteşem! Yan tarafta ise kayalık mezar odaları, mağaralar şeklinde oyulmuş kovuklar. Heyecan verici bir duygu. MÖ 600’ler, yani 2 bin 600 yıl geride bir zaman diliminde bulunuyorum şu an. Binlerce yıl öteden bize yaşanmışlıklar bırakılmış. İnsan bir garip oluyor bunları düşününce.

 

Frig anıtlarının, olası her yerde, yükselen güneşe doğru yapılması kesinlikle rastlantı değildir. O nedenle doğuya doğru bakıyor. Volkanik bir kaya üzerine işlenen anıtın yüksekliği 17 metre – genişliği 16,5 metre. Anıtın merkezinde kapıyı simgeleyen büyük bir niş bulunmakta. Bu niş, dini törenlerde Ana Tanrıça Matar’ın heykelinin yerleştirildiği en kutsal bölüm. Matar (Kybele) ise “anne” anlamına geldiği ve “mother” ile benzerlik taşıdığı anlatılır. Anıtın üzerinde Frig yazıları olduğundan “Yazılıkaya”, yazılarda ise “Midai” adı geçtiğinden de “Midas Anıtı” adını almış.

 

Midas Anıtı’nın yanında yer alan Kırkgöz Kayalıkları, Helenistik, Roma ve Bizans dönemlerinde kullanılmış. Doğu yönde, Helenistik döneme ait anıtsal bir kaya mezarı var. Alınlığı iki sütun tarafından taşınan iki odalı mezar günümüze kadar gelse de yıkıma uğramış. Bizans döneminde kaya merdivenleri ile mekanlar arası geçişlerin sağlandığı yapı, çok katlı kaya yerleşkesi olarak kullanılmış. Ne var ki buraları da hala sahipsiz. Yazılıkaya’nın bir giriş ücreti yok, bekçisi yok.

 

Friglerin dini merkezi Yazılıkaya’dan ayrılıp Afyon yazan yöne bırakıyorum velespiti, eğimle yavaş yavaş gitmekteyiz. Hava da hafiften ısınmaya başladı. Gökçegüney Mahallesi mezarlığının yanından geçerken eski mezar taşları gözüme ilişiyor.

 

Ormanlar, çam ağaçları, uzaklarda köyler, tarlalar gibi güzellikler eşliğinde doğadan tarihe, geçmiş devirlere sürüklenerek pedallamaktayım. Dağların arasında, egzotik ve gizemli bir atmosferde, tarihi ve dini önem içeren bir coğrafyadayım.

 

Harman zamanı. Köylü ekinini biçmekte. Görüyorum, makinalar var çalışmakta. Yol kenarında uçuşan 3’lü 5’li küçük minik kuş sürüleri, kalkıp inip bir yerlere konup devam ediyorlar, ben gelince kaçışıyorlar. Coğrafya çok ilginç. Bölgeyi çevreleyen yüksek ve sarp volkanik kayalar anıtsal ölçekli. Sanki her yerde kaya mezarları var gibi. Düz bir zeminden yükselivermişler. Bazılarını ağaçlar kaplamış, bazı yerler açıkta. Her taraf Frigya.

 

Bu duygular içinde ana yola bağlanıp Afyon’a doğru yöneliyorum. Tek şerit kaba asfalt. Trafiğimiz var ama, boş bir yol değil. Güney yönündeyim. Bir tarafım orman, çam, alabildiğine gidiyor. Afyonkarahisar il sınırına girince yolum duble oluyor ve daha sonra da dümdüz cetvelle çizilmiş, sıfır eğimle Afyon’a ulaşıyor. Yol boyunca Friglere ait pek çok anıt, mezar, mağara gösteren yön levhaları vardı, ama bunları başka bir tura bırakıyorum. Afyon’u da 2 gün gezip yoluma devam edeceğim, Isparta’ya kadar görülecek daha çok yer var.