Bu yazımızı okurken, özel müziğini de dinlemenizi tavsiye ederiz… paris

Fatih KOCA

Neden Paris? Nedir bu şehri böyle büyülü kılan? Paris neden âşıklar şehridir? Sevgiliyle romantik bir gezide, evlilik tekliflerinde, balaylarında niçin tercih edilir? Yılbaşında neden yeryüzünün dört bir köşesinden akın olur bu şehre? Louvre niçin dünyanın en çok ziyaret edilen müzesidir, Mona Lisa en ünlü resmi, Eyfel en bilinen anıtı? Şanselize’de bir kafeye oturma arzusunun sebebi nedir? Nedir bu meşhur Paris modası? Neden bu şehrin elinin değdiği, şöhret olur?

Paris’de deniz bile yoktur. O zaman nedir Beyrut’a Doğu’nun Parisi, San Fransisco’ya Batı’nın Paris’i denmesinin sebebi? Bizim memlekette neden onlarca Paris vardır? Iğdır, Erzurum, Van, Gaziantep niye Doğu’nun Paris’i olmakla övünür? Güzel olan bir şehir, bir semt neden hep Paris diye anılır? Niçin Paris kelimesinin tüm sözlüklerdeki karşılığı, içinde en güzel sıfatları bulunduran ve şehirle biten bir tamlamadır? Krallıklara son veren özgürlük ve demokrasi ateşi neden ilk Paris’de kıvılcımlanmıştır? Neden Paris? Nedir bu şehri böyle büyülü kılan? Paris’in sırrı nedir?

Bu soruların merakıyla geçti, Paris yolculuğum ve Paris’e ulaşır ulaşmaz cevapları aramaya koyuldum. Orta Çağ Paris’inden başladım önce. Sen Nehri üzerinde bulunan La Cite ve Saint-Louis Adaları’ndan. Eski şehrin sokaklarında dolaştım ve sonunda tohumları Fransa’da atılan Gotik Mimari’nin ilk ve en önemli eserlerinden biri olan, Notre Dame De Paris Katedrali’ne ulaştım. Ey Notre Dame dedim! Ey Paris’in Hanımefendisi! Sen ki, 8 asırdın buradasın. Paris’in en bilgelerinden sayılırsın. Söyle bana. Paris’in sırrı nedir? Cevap vermedi…

Sen Nehri’nin güney yakasına inip, Latin Bölgesi’ne gittim. Dünyanın en saygın eğitim kurumlarından Sorbonne’dan belki bir bilimsel açıklama alabilmek umuduyla… Latin Bölgesi’nin adının nereden geldiğini öğrendim orada. Orta Çağ’da, Sorbonnelular kendi aralarında üniversitenin eğitim dili Latince’yi konuşurlarmış. Bu dili anlamayan Parisliler de Sorbonne’un bulunduğu bölgeyi Latin Bölgesi (Le Quartier Latin) olarak adlandırmaya başlamışlar. Ey Sorbonne dedim! Ey Balzac’ın, Victor Hugo’nun, Kalvin’in, Erasmus’un, Enver Hoca’nın okulu! Öğret bana. Paris’in sırrı nedir? Cevap vermedi…

Umudumu kırmadım, Sen Nehri’nin kuzeyine, Louvre Müzesi’ne gittim. 60000 metrekarelik bir alanda 35000 adet sanat eserine ev sahipliği yapan, Louvre’a. Bir gün boyunca, Yakın Doğu, Mısır, Yunan – Etrurya – Roma, İslam Uygarlığı Eserlerini, Heykelleri, Yazı ve Çizimleri, Dekoratif Sanatları ve Resimleri, yani Louvre’un tüm bölümlerini gezdim, ayaklarıma kara sular ininceye dek. Paolo Veronese’in Kana’da Düğün resmini, Hammurabi Kanunları Anıtı’nı, devasa Asur eserlerini, Guillame Coustou’nun Marly Atları heykellerini, Mona Lisa’ya “Aaa bu muymuş?” şaşkınlığıyla bakan gözleri gördüm. Ey Louvre dedim! Ey her yıl sekiz milyondan fazla kişinin ziyaret ettiği müze! Belki biri fısıldamıştır kulağına. Paris’in sırrı nedir? Cevap vermedi…

Sen Nehri’nin bir o yakasına bir bu yakasına geçtim. Panthoen’u, De Ville Hoteli’ni, D’Orsay Müzesi’ni, Madeleine’i, Opera Binası’nı, Büyük Saray’ı, Küçük Saray’ı, Meclis Binası’nı, Invalides’i gördüm. Hepsine teker teker aynı soruyu sordum. Ey mimari harikası dedim! Ey Paris gerdanlığının nadide halkası! Anlat bana. Paris’in sırrı nedir? Hiç biri cevap vermedi…

Şanselize’ye gittim sonra. Fransız Devrimi sırasında 16. Louis ve eşi Marie Antoniette dâhil 2800 kişinin giyotinle kafasının kesildiği Concorde Meydanı’ndan başlayıp, sonuna kadar yürüdüm, bu meşhur bulvarın. Napolyon Paris’inin simgesi, tam 13 bulvarın kesiştiği Arc de Triomphe’un tepesine çıkıp, Şanselize’ye bağırdım. Ey Şanselize dedim! Ey ünü okyanusları aşan bulvar! Jet sosyete, turistler, aydınlar; her gün binlercesi üzerini adımlar. Hiç biri söylemedi mi sana. Paris’in sırrı nedir? Cevap vermedi…

Fransız Devrimi’nin 100. Yılında Paris’de yapılan Dünya Fuarı için inşa edilen Eyfel Kulesi’ne gittim ardından. Eyfel’e çıkıp, Paris’i kuşbakışı izlemek isteyenlerin oluşturduğu upuzun kuyruğu gördüm. Yapımı sırasında, “Bu demir yığınının bu güzel şehirde işi ne” diye fırtınalar kopartan Eyfel’i, yapıldığından beri 250 milyon kişinin ziyaret ettiğini öğrendim. Ey Eyfel dedim! Ey Fransa’nın ve Paris’in simgesi! Her gün bu şehri en yüksekten sen izlersin. Paris’in sırrı nedir? Cevap vermedi…

Son umut, Paris’in tek tepesi olan Montmarte’ye gittim. Montmarte’nin restoranlarından birinde Fransızlar’ın nefis soğan çorbasını tattım. Bembeyaz Sacre Coeur Basilikası’nın önünde Paris’de gün batımını izledim. Dali’nin, Picasso’nun, Modigliani’nin, Monet’in, Van Gogh’un adımladığı Montmarte’nin gizemli sokaklarında dolaştım. Ey Montmarte dedim! Ey yüzlerce ressama mesken olan tepe! Onlara verdiğin ilhamı bana da ver. Paris’in sırrı nedir? Cevap vermedi…

Umudum kalmamıştı artık. Latin Bölgesi’ne gidip bir kafeye oturdum. Bir taraftan yazımı yazarken bir taraftan da kafedeki Fransız üniversite öğrencilerin hararetli tartışmalarını izledim. Dünyanın en güzel şaraplarının üretildiği ülkedeydim ve Ocak’ın soğuğunda üşüyen bedenimi ısıtmak için bir sıcak şarap söyledim. Garson kız nezaketle koydu şarabı önüme ve o şaraptan aldığım bir yudum verdi aradığım cevabı. Öğrendim Paris’in sırrı nedir. Paris’in sırrı bu kafedir. Doldur matmazel dedim, doldur ya. Ey Matmazel dedim! Ey Fransız Güzeli! Gramafon’a Enrico Macias’ın Poi Poi Poi plağını koyar mısın? Cevap vermedi…