Bu yazımızı okurken, özel müziğini de dinlemenizi tavsiye ederiz.   One Autumn Day

Soner ABACI

Geçen ay eşim Birsen’le birlikte Kütahya’yı gezme şansına sahip oldum. Burada çektiğim fotoğraflar ve gördüklerimi de daha yeni keşfettiğim fotogezgin okurlarıyla paylaşmak istedim.

İşim ve hobilerim (gazeteci, belgesel yapımcısı ve dalış eğitmeni) gereği sık seyahat eden insanlar kategorisine giriyorum. Fotoğraf konusunda her ne kadar kendimi çok beğenmesem de kendimi hep fotoğrafa tutkulu olarak tanımlarım. Sualtına duyduğum aşkı da (eşimden sonra) hesaba katarsak amacım hep iyi bir sualtı fotoğrafçısı olmaktır. Ancak bu kez 29 Ekim tatilini sık sık gittiğimiz dalışlar yerine farklı bir şekilde geçirmeye karar verdik. Bunu henüz sualtına indirmeyi sağlayamadığım yeni makinem Canon EOS 400 D’yi denemek için iyi bir iyi bir fırsat olarak değerlendirmeye karar verdim. Gezi planımızı hem termal tatili yapmak, hem doğa yürüyüşleri hem de Evliya Çelebi’nin memleketi olan Kütayayı dolaşacak şekilde yaptık.

İlk 2 günümüzü Ilıca bölgesindeki bir otelde geçirdik. Sabahları muhteşem bir ormanın içerisinde yürüyüş yapıyor, fotoğraf çekiyor, öğlenden sonraları ise Kütahya’nın mineralli sularının tadını çıkartıyorduk.

Ilıca, hem doğal, hem tarihi, hem de suyuyla bambaşka bir bölge. Ankara-Kütahya yolu üzerinde Kütahya’ya 20 km kala Ilıca yol ayrımına geliyorsunuz. Sapaktan içeri doğru girdiğinizde bir tarafınızda tarım alanları diğer tarafınızda ise muhtaşem Kütahya ormanları başlıyor. Biraz daha ilerleyince tarım alanları yavaş yavaş yerini yerleşim bölgelerine bırakmaya başlıyor. Yaklaşık 4 km kadar sonra Ilıca’ya ulaşıyorsunuz.
Ilıca’daki termal suların sahibi Kütahya Belediyesi. Ancak işletmeleri özel sektör tarafından yapılıyor. Ilıca’nın içerisinde günü birlik kullanım için ayrılmış iki büyük havuz var. Bunlardan birisi bayanların diğeri ise erkeklerin kullanımına açık. Ilıca’nın en büyük özelliklerinden başında tertemiz havası ve muhteşem ormanları geliyor. Mevsim itibariyle havanın kısmen kapalı olması her ne kadar fotoğrafların kalitesine yansımış olsa da yine de yaptığımız orman yürüyüşlerinde bir çok güzellikten nasibimizi aldık.

Termal tatilimizi bitirdikten sonra gezi planımızda yer alan Kütahya’yı dolaşmaya başlamak üzere otelimizden ayrıldık. Kütahya’ya yaklaştığımızı kilometre tabelalarının yanısıra artan fabrika sayısı ve yoğun bir sis (duman) tabakası adeta haykırıyordu.
İlk durağımız Kütahya kalesi oldu. Kütahya’nın ilk yerleşim yeri olarak bilinen kalenin yapım tarihi ile ilgili net bir bilgi bulamadım. Ancak kale Roma, Bizans, Selçuklu, Germiyanlı ve Osmanlı dönemlerinde kullanılmış. Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’nde Kütahya kalesinin 70 burçtan oluştuğu bilgisi yer alıyor. Ancak bu gün burçların sadece bir kısmı ayakta. Burçlar incelendiğinde ise dikkati çeken burçların tuğla dizilerinin ve yapılış tarzlarının bir örnek olmadığı. Bu da çeşitli dönemlerde farklı ustaların elinden çıktığını bize anlatıyor.

Kalenin içerisinde iki çeşme, iki mescit ve 1970’li yıllarda yapılmış bir döner gazino ve çay bahçesi bulunuyor. Kütahyayı kuş bakışı izlemek isteyenler için mutlaka görülmesi gereken bir yer.

İkinci durağımız ise Kütahya Arkeoloji Müzesi oldu. Ulu Cami’nin hemen yanında Umur-bin Savcı Medresesi olaran bilinen yapıda yer alan müze, 1965 yılında ziyarete açılmış. Müze’de Kütahya ve yakınlarında bulunan Paleotik, Kalkolitik, Eski Tunç, Hitit, Frig, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerine ait çeşitli eserler sergileniyor.
Kütahya’nın en ünlü cami olarak nam salan Ulu Cami ise üçüncü durağımız. Tamamı kesme taştan yapılan Cami, 2 tam 6 yarım kubbeden oluşuyor. Ulu Cami, Yıldırım Beyazıt tarafından yaptırılmaya başlanmış. Ancak Cami’yi oğlu Musa Çelebi tamamlamış. Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’nde Cami’nin Kanuni Sultan Süleyman Döneminde Mimar Sinan tarafından tamir edildiği ifade ediliyor. Cami son şeklini 1893’te Sultan II. Abdülhamit Han döneminde almış. Vakıf kayıtlarına göre Cami bu onarımda temellerine kadar yıkılıp yeniden kesme taştan yapılmış.

Ulu Cami’nin hemen karşısında yer alan Kütahya Çini Müzesi ise mutlaka görülmesi gereken bir müze. Müze binası Germiyan Beyi II. Yakup Külliyesi’nin imaret bölümü olarak inşa edilmiş. Çini ve porseleni ile ünlü olan Kütahyalı ustaların muhteşem el emeklerinin sergilendiği bu müzenin bir kısmında da II. Yakup Bey’in türbesi ve çinili sandukası yer alıyor.

Yan yana yer alan bu yapıları yarım günde gezdikten sonra Macar Evi olarak bilinen Kossuth Müzesi’ne doğru yol alırken Kütahya Konağı yazılı bir tabela görünce burayı görmeden geçmemeye karar verdik. Daracık Kütahya sokaklarında kolayca Kütahya Konağını bulduk.

Kütahya Konağı, üç katlı mimarisi ahşap payandalı çıkması ile tipik kütahya evlerine benzerken, yenilenmiş dış cephesiyle diğerlerinden ayrılıyor. Yaklaşık 170 yıl önce yapılan konağın planlarını Şerif Nine’nin çizdiği söyleniyor. Konağın şu anki işletmecileri Turizmci Mehmet Atakan ve öğretmen olan eşi Gülnur Atakan.

Konağı gezdiren Gülnur Atakan, 1950 yılında Şeker Fabrikası’nın temel atma töreni için gelen dönemin Başbakanı Adnan Menderes’in 3 gün bu konakta kaldığı bilgisini veriyor. Konakta dikkatimizi Gülnur Hanımın “ipmatik” adını verdiği kapı açma sistemi çekiyor. Dış kapının üzerinde biri büyük, diğeri daha küçük iki adet tokmak bulunuyor. Büyük olanı konağa gelen erkek misafirler çalıyor. Küçük olan ise bayan misafirler için. Büyük tokmak çalındığında üst katta bulunan evin kadınları, kapıyı gören aralıktan aşağı bakarak gelenin yabancı olup olmadığını kontrol ediyor. Eğer gelen yabancı ise başörtüsünü alarak ipi çekiyor ve kapı açılıyor. Daha sonra misafirler karşılanmak üzere aşağı iniliyor.
Üst katta doğru uzanan iki adet ipten oluşan sistem bugün dahi kullanılır durumda.
Dikkatimizi çeken bir diğer şey ise gelin odasında bulunan banyo oldu. Yüklük dolaplarının bir bölümü ayrılarak banyo haline getirilmiş. Dolabın içerisinde banyo yapma fikrini oldukça enteresan bulduğumu söylemeden geçemeyeceğim.

Konaktan ayrılarak son durağımız olan Kossuth Müzesi’ne yöneldik. Macar Sokak’ta yer alan ve 18. yüzyıla ait bir Türk evi olan yapıya yöre halkı Macar Evi adını koymuş. Bunun nedeni ise Macar Savaşı’nın önderlerinden Lajos Kossuth’un 1850-1851 yılları arasında bu evde konuk edilmesi. Macar Anayasası taslağı da o yıllarda bu evde hazırlanmış. Geniş bir bahçesi olan 2 katlı ahşap yapının alt katında tarım araçları koymak ve hayvanlar için ayrılmış yerler var. Üst katta ise selamlama (karşılama) odası, çalışma odası, yatak odası, mutfak ve banyo yer alıyor.

Kütahya tarihi bu anlattıklarımla sınırlı değil. Vakitsizlikten gidemediğimiz ancak birdahaki gidişimizde ilk ziyaret edeceğimiz yerlerin başına Frig Vadisi ve Aizanoi Antik Kentini yazıyoruz. Tarihin bilinen ilk borsa binasının yer aldığı kentte, Zeus Tapınağı, hamam ve tiyatro gibi yapıların halen tüm ihtişamlarını sergilediği bilgisi ile Kütahya’dan ayrılıyoruz.

Bir sonraki gezimizde buluşmak üzere hoşçakalın.