Bu yazımızı okurken özel müziğini de dinlemenizi tavsiye ederiz…

Ses Klibi: Bu ses klibini oynatabilmek için Adobe Flash Player (Version 9 veya üzeri) gereklidir. Güncel versionu indirmek için buraya tıkla Ayrıca tarayıcında JavaScript açık olmalıdır.

Oğuz Savaş UYSAL

Hıristiyanlık dininde kutsal mekânlar genellikle isimlerini azizlerden almaktayken Ayasofya ismini Ortodoks mezhebine göre tanrının üç niteliğinden biri kabul edilen“Kutsal Bilgelik ”ten almaktadır. Sofya sözcüğü eski Yunancada “Sophos” sözcüğünden türemiş olup Aya-Sofya sözcüğü “Kutsal Bilgelik” anlamını taşımaktadır.

Günümüzde ziyaret ettiğimiz Ayasofya üçüncü Ayasofya’dır. Birinci Ayasofya’nın inşaatına İstanbul’u Roma İmparatorluğunun başkenti, Hıristiyanlığı da resmi din olarak ilan eden Birinci Bizans İmparatoru I. Konstantin zamanında (324–337) başlanmış olup kesin bir tarih belirtilememektedir. Birinci Ayasofya’nın inşaatı 15 Şubat 360 yılında oğlu II. Konstantin tarafından tamamlanmıştır. Socrates Scholasticus’un kayıtlarında kilisenin Artemis tapınağı üzerinde yer aldığı belirtilmektedir. I. Ayasofya 404 yılında çıkan isyanlar sonucunda tahrip edilmiştir.

II. Ayasofya 415 yılında ibadete açılmıştır. Bazalikal planlı olarak inşa edilmiş olan kilise ahşap çatılıymış. Bu kilisede tarihte Nia isyanı sırasında 13–14 Ocak 532 yılında yıkılmıştır.

Bu kiliseye ilişkin birçok kalıntı günümüzde mevcuttur. Bahçe kapısından içeriye girdikten sonra ana giriş kapısına geldiğimizde hemen sağ tarafta görevlilerce havuz olarak tarif edilen yerde bulunmaktadır. Burada sütunlar, başlıklar ve çeşitli mermerler yer almaktadır. Bunlar içerisinde en çok dikkatimi çeken bir blok üzerinde yer alan kuzu kabartmaları oldu. Bu kuzu kabartmaları Hz. İsa’nın 12 havarisini temsil etmektedir.

Bu kabartmalara 1935 yılında yapılan kazılarda ulaşılmış olup kazılara şimdiki binada tahribata neden olabileceği düşüncesi ile son verilmiştir.

II. Ayasofya 23 Şubat 532’de tamamen yıkılınca I. Justinyen “Âdem’den beri hiçbir devirde görülmemiş ve görülmeyecek” bir kilise yaptırmaya karar verince III. Ayasofya’nın İnşaatına 532 yılında başlanmış ve 537 yılında tamamlanmıştır. Yapıldığı tarihten itibaren -ki bin yıl içerisinde dünyanın en büyük katedrali unvanını elinde bulunduran kilise inşa edildiği süre bakımından dünyanın en hızlı inşa edilen katedralidir. (Günümüzde yüzölçümü ve kubbesi “eski katedral kubbeleri” arasında dördüncü büyüklüktedir.)

Yüzölçümü ve yapıldığı tarihin teknolojik şartları göz önüne alındığında 5 yılda nerdeyse tamamlanması mümkün olmayan kilisenin bu kadar hızlı tamamlanmasındaki en önemli etken, yapı malzemelerinin üretilmek yerine imparatorluk topraklarında yer alan birçok tapınaktan getirilmiş olmasıdır. Efes’teki Artemis Tapınağı’ndan, Mısır’daki Güneş Tapınağı’ndan, Lübnan’daki Baalbek Tapınağı’ndan ve imparatorluk sınırları içerisinde yer alan daha birçok tapınaktan getirilen sütunların yanı sıra kaplama ve sütun süslemelerinde kullanılan öğeler de Mısır, Yunanistan, Marmara Adası ve Anadolu’nun çok değişik yörelerinden getirilmiştir. Günümüzde bu süslemeleri görmek mümkündür. Özellikle üst katta ki sütün başlıkları ilk günkü parlaklığıyla dikkat çekmektedir.

Kilise yapıldığı anda ve günümüzde sanat tarihi ve mimarlık dünyasının başyapıtlarından birisi olarak kabul edilmiştir. Özellikle çok büyük olan kubbesiyle adeta Bizans mimarisinin bir simgesi olmuştur.

Kilisenin inşaatı 27 Aralık 537’de tamamlandı. Açılışını imparator Jüstinyen ve Patrik Eutychius birlikte yaptılar. Ayasofya’nın açılışının yapılması ile o güne kadarki en büyük yapı olan Kudüs’teki Süleyman Tapınağı (Süleyman Mabedi; Dünya tarihinde tek tanrı adına Kudüs’te yaptırılan ilk tapınaktır) ikinci duruma düşmüştür. İmparator Jüstinyen yaptığı açılış konuşmasında “Ey Süleyman! Seni yendim” demiştir. Bu söz bile o dönemdeki dinler arası çekişmeyi ortaya koyması açısından oldukça ilginçtir.

Yapımı için hiçbir masraftan kaçınılmayan Ayasofya’nın ayakta kalabilmesi için de yıllarca hiçbir masraftan kaçınılmamıştır. Ayasofya’nın yapımında büyük hatalar olup en büyük hata kubbenin büyüklüğüdür. Çünkü bu büyüklükteki bir kubbenin yan duvarlara ve neticesinde temellere yapacağı baskı hesaplanamadığından 7 Mayıs 558 depreminde ana kubbe tamamen çökmüştür. Yeniden yapılan kubbe 6.25 metre daha yükseğe yapılıp daha küçük tutulmasına rağmen Ayasofya 859 yangınından, 869 depreminden ve 989 depreminden etkilenmiştir.

Ayasofya kilisesi en büyük tahribatı dördüncü haçlı seferleri sırasında görmüştür. Bazı tarihçiler ısrarla kilisenin Osmanlılar döneminde tahribata uğradığını iddia etse de doğru olan bir gerçek var ki dördüncü haçlı seferi sırasında Katolik Hıristiyanların Ayasofya’ya verdiği zararı ne deprem, ne doğa nede yapılışından bugüne kadar geçen 1500 yıllık süre vermiştir.

Dördüncü haçlı seferinde haçlı orduları İstanbul’u yağmalarken Ayasofya’yı adeta talan etmişlerdir. Bu talan sırasında Hz İsa’nın mezarını, haçı, çeşitli azizlerin kemiklerini, diğer “kutsal emanetleri” altın ve gümüşten yapılma tüm değerli eşyaları söküp götürmüşlerdir. 2005 yılında Venedik Katolik kilisesi Ortodokslara zeytin dalı uzatma mahiyetinde götürülen bazı kutsal emanetleri geri iade etmiştir. Bu olay Ortodokslarla Katolikler arasında onarılması mümkün olmayan derin yaraların açılmasına neden olmuştur. Hatta bazı kaynaklarda Katolik istilacıların Ayasofya’da dansöz oynatıp eğlendikleri de yazmaktadır.

Bir ilginç not da Latin komutanı Henricus Dandolo, ile ilgilidir. İstanbul’u almak üzere yola çıkınca Bizanslılar kendisini tehdit ederler. “İstanbul’u alırsan ölürsün.” Dandalo kenti alır ve ölür. Mezarı askerlerinin talan ettiği Ayasofya’nın üst katında cennet cehennem kapısından geçince sağ tarafta zeminde yer almaktadır.

1453 yılında Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u fethedince kilise camiye çevrilmiştir. Harap bir durumda olan kiliseye ayrı bir önem veren Fatih Sultan Mehmet Ayasofya’yı temizlettirip camiye çevirtmesine rağmen ismine dokunmamıştır. İlk minaresi Fatih Sultan Mehmet zamanında ikincisi ise Sultan II. Beyazıd zamanında yapılmıştır.

Kilisenin camiye çevrilmesi ile birlikte insan figürü içeren mozaiklerin bir kısmı ince bir sıvayla zarar görmeyecek şekilde sıvanmıştır. İnsan figürü içerenlerin bir kısmı ile içermeyenlerin üzeri ise sıvayla kaplanmadan bırakılmıştır. Ayasofya mozaiklerinin üzeri ise 18. yüzyılın sonlarında tamamen sıvayla kapatılmıştır. Bu ince sıva, figür ve mozaikleri insani ve doğal tahribatlardan korumuş ve günümüze ulaşmasını sağlamıştır. Çok basit bir detay gibi görünen bu sıva olayı bile Fatih Sultan Mehmet’in ne kadar ileri görüşlü bir insan olduğunu ortaya koymaktadır.

II. Selim döneminde Mimar Sinan tarafından eklenen dış istinat yapılarıyla (payanda) takviye edilmesi ile sağlamlaştırılmıştır. Günümüzde binanın etrafında 24 payanda bulunmaktadır. O güne kadar birçok kez çöken Ayasofya’nın kubbesi Mimar Sinan’ın tadilatından sonra bir daha çökmemiştir.

Ayasofya Ulu Önder Atatürk’ün emriyle 1930–1935 yılları arasında 5 yıl süreyle ziyarete kapatılarak restorasyona tabi tutulmuştur. Restorasyon sırasında insan figürleri üzerindeki ince sıva temizlenerek mozaikler gün ışığına çıkarılmış ve zemindeki halılar toplanarak 24 Kasım 1934’te müzeye dönüştürülmüştür. Ayasofya’nın restorasyonun ardından 1 Şubat 1935 tarihinde ziyarete açılmış olup Ulu Önder tarafından 6 Şubat 1935’te ziyaret edilmiştir.

GÜNÜMÜZDEKİ AYASOFYA

Ana binaya girmeden hemen sol tarafta II. Ayasofya’ya ait kalıntılar sergileniyor. Bu kalıntıların neler olduğunu daha önce belirtmiştim. Ana binaya atrium denilen avludan geçerek batı cephesindeki kapıdan giriliyor. İlk giriş yaptığımız kısım dış narteks olup duvarda kiliseye ilişkin bilgiler içeren büyük boylarda tanıtım panoları yer alıyor. Ayrıca sol tarafta görüntülü ve sesli olarak bilgi veren tv de yerleştirilmiş.

İç nartekse giriş için 5 kapı bulunuyor. Ortadaki kapıdan giriş yapıyorum. İç narteks tavan mozaikleri ile dikkat çekiyor. Tavandaki mozaiklerin bazılarının yapımında altın kullanılmıştır.

İç nartekste tadilat olduğu için mozaiklerin resimlerini çekme imkânı bulamadım. Daha önceleri geldiğimde ana salondaki (Ana Nefteki) çelik iskeleyi görmeye iyice alışkın olduğumdan bu kısımdaki tadilatı görmeyi de pek yadırgamadım. Her gelişimde Ayasofya’yı çelik iskelesiz görmeyi hayal ederim ama bugüne kadar görmek mümkün olmadı. Bundan sonrada görebileceğimi pek sanmıyorum.

İç narteksten ana salona (Ana Nefe) giriş için dokuz kapı bulunmasına rağmen günümüzde kapıların hepsi açık değil. Girişler genellikle ortadaki en görkemli kapı olan İmparator kapısından yapılıyor. Zamanında sadece imparator tarafından kullanıldığından İmparator Kapısı olarak isimlendirilmiş. Birçok tarihi eserde ana kapı İmparatorlara ait olup aynı isimle isimlendirilmiştir. (Örn. Efes Antik Tiyatrosundaki Ana giriş kapısı gibi) İmparator kapısından içeriye girince karşımıza çıkan manzaraya hayran olmamak elde değil. Dışardan ne kadar büyük görünürse görünsün içerisi düşündüğümüzden çok daha fazla büyük ve daha ihtişamlı.

İmparator kapısının üst kısmında büyük bir mozaik dikkat çekiyor. Okuduğum birçok kaynakta üstte yer alan mozaiğin ortasında Hz. İsa, sağ madalyonda Cebrail, sol madalyonda Meryem Ana, sol alt kısımda ise Bizans imparatorlarından VI. Leon’a ait mozaiklerin bulunduğu belirtilmesine rağmen ben bu mozaikleri göremedim. Resimlerden gördüğüm kadarıyla Leon Hz İsa’ya secde edip özür diler vaziyette tasvir edilmiş. Bunun nedeni ise Ortodoks geleneğinde en fazla üç kez evlenilmesine izin verilmesine karşın Leon erkek çocuğu olmadığı için dört kez evlenmiş olmasıdır.

Ayasofya’yı sütunları üçe ayırmaktadır. Ortadaki kısım orta nef (ana salon) sağ tarafımızda güney nef, sol tarafımızda ise kuzey nef yer alıyor.

İmparator kapısının tam karşısında kilisenin apsisi yer alıyor. Alt kısımda ise caminin mihrabı görülmektedir. Özel olarak ışıklandırıldığından adeta altın sarısı gibi parlamaktadır. Sanırım içeriye giren herkesin ilk dikkatini çeken, içerisinin muhteşem görüntüsünden sonra tam karşıda yer alan apsis ve mihraptır.

Ayasofya içerisinde toplam 107 sütun bulunmakta, bunların 40 tanesi alt kısımda 67 tanesi ise üst kısımda yer almakta. Sütunların tamamı tarihi olarak Ayasofya’dan daha eskidir. Çünkü Ayasofya’nın inşaatında kullanılan sütunların tamamı Anadolu’da, Mısırda ve Lübnan’da bulunan değişik tapınaklardan getirilmiş. En büyük sütunların uzunluğu 20 m. Kalınlığının yarıçapı 1,5 metredir. En ağır sütunlar ise 70 ton ağırlığındaymış. Bu bilgileri öğrenince insanın Ayasofya’ya olan hayranlığı bir kat daha artıyor. Bugünün şartlarında bile taşınması büyük bir sorun olacak bu sütunların bundan 1500 yıl önce zarar görmeden buraya taşınmış olması ve inşaatın 5 yıl gibi çok kısa bir sürede tamamlanmış olması insan mantığını fazlasıyla zorluyor.

İmparator kapısından girilince ana nefin iç nartekse yakın olan kısımlarında (her iki tarafta birer tane) büyük mermer küpler bulunuyor. Mermer küpler III. Murat döneminde Bergama’da bulunmuş olup su ihtiyacını karşılamak amacıyla Ayasofya’ya getirilmiştir.

Güney nefte ilerlerken karşımıza yerde şerit içerisine alınmış kare şeklindeki Omphalion çıkıyor. Omphalion Yunancada yerin göbeği anlamına geliyor. Bizanslılar burayı dünyanın merkezi olarak kabul ediyorlarmış. Aynı zamanda Bizanslılarca kutsal kabul edildiğinden kralların taç giyme törenleri de burada yapılıyormuş. En büyüğü ortada olan toplam 15 daire yer alıyor. Büyük bir olasılıkla daireler dini ve siyasi liderlerin duracakları yerleri ortadaki daire ise kralın yerini gösteriyordu.

Her gittiğimde Omphalion’a yakın olmak hoşuma gidiyor. Çünkü koskoca dünyanın tam merkezine bir adım mesafede durduğumu hissediyorum. “Ölçmüşler mi?” diye düşünebilirsiniz ama ben irdelemiyorum. Sadece dünyanın merkezine bu kadar yakın olmanın dayanılmaz hafifliğini yaşıyorum.

Omphalion’un doğu yönünde hemen zeminde müezzin mahfili yer alıyor. Ayasofya’nın cami olarak kullanıldığı dönemde yapılmış. Bu mahfilde her yıl peygamber efendimizin doğum gününde (Mevlit Kandili) mevlit okunurmuş.
Güney Nefte dikkat çekici bir diğer yapı ise I. Mahmut Kütüphanesidir. Kütüphane ziyarete kapalı sadece pencerelerinden içeriyi görebiliyoruz. Bu odada Sultanlar namaz kılmadan önce Kur’an okurlarmış Rahleleri de pencerelerden görmek mümkün.

Ortodoks kiliselerinde apsis geleneksel olarak Kudüs yönünde inşa edilir. Müslümanlarda ise mihrap Mekke yönünde inşa edilir. İstanbul’da ise Mekke ve Kudüs arasında çok fazla bir açı farkı bulunmaz. Onun içindir ki İstanbul’da camiye çevrilen kiliselerde mihrap apsisin iyice sağına inşa edilir. Karşıdan bakıldığında biri hafiften sağa diğeri ise hafiften sola dönük görünür. Ayasofya’da ise ilginç bir durum olup apsis tam Kudüs’e doğru değil Mekke’ye doğrudur. Tüm kiliselerdeki Kudüs yönü dikkate alındığında yapım hatası olduğunu söylemek mümkün değildir. Muhtemelen zaman içerisinde kaymanın etkisiyle apsisin yönü Mekke’ye doğru kaymıştır. Bu durum Müslümanlar tarafından; Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u alıp Ayasofya’yı camiye çevirdiğinde Cebrail (a.s) camiye gelip terleyen sütundaki dilek yerine başparmağını takarak kiliseyi Mekke’ye cevirdi şeklinde yorumlanmıştır.

Mihrabın her iki yanında birer tane dev kandil bulunmaktadır. Kandilleri Kanuni Sultan Süleyman Macaristan’ı fethettiğinde bir kiliseden Ayasofya’ya getirmiş. Mihrabın üst tarafındaki duvarlarda 8 tane yeşil çerçeve dikkat çekmektedir. Kur’an ayetlerinin yer aldığı bu çerçeveler içerisinde Allah (c.c.), Hz. Muhammet (s.a.v), Dört Halife, dördüncü halife Hz. Ali’nin oğulları Hasan ve Hüseyin’in adları yer almaktadır. Çerçevelerin alt kısımlarında yer alan pencerelerdeki vitraylarda bir o kadar dikkat çekicidir.

Apsisin en üst kısmında bir tahta oturan Meryem Ananın kucağında yer alan Hz. İsa mozaiği, mozaiğin sağ tarafındaki duvarda ise Cebrail (a.s) mozaiği bulunuyor. Cebrail (a.s) mozaiğinde kısmi yıpranma dikkat çekerken Meryem Ana mozaiği tüm canlılığını muhafaza etmiştir.

Apsisin sağ kısmında mermerden yapılmış bir minber yer almaktadır. Oldukça büyük minber üzerindeki ince işçilik dikkat çekmektedir. Sol tarafta ise Osmanlı Sultanlarının namaz kıldığı hünkâr mahfili bulunuyor. Mahfile özel bir galeriden çıkılıyor ve ziyaretçilerin görmesine izin verilmiyor. Aynı durum Sultan Ahmet Camisindeki Hünkâr mahfili ve Hünkâr köşkü içinde geçerlidir. Fakat kültürel veya araştırma amaçlı gidenlere Fatih Müftülüğünce verilen özel izinle mahfilin gösterildiğini öğrendim. Günlerden pazardı ve çokta zamanım yoktu. Göremediğim için üzülmedim desem yalan olur.

Orta nefe imparator kapısından girdiğinizde apsis tam karşınızda yer alıyor. Kuzey ve Güney nefler arasında yer alan ana nef oldukça geniş bir alana sahiptir. Ana kubbe dört ana ayak üzerine oturtulmuş olup payelere geçiş pandatiflerle sağlanmıştır. Ayasofya’nın kubbesi Bizans mimarisinin adeta simgesi konumundadır. Günümüzde Ayasofya’nın kubbesi “eski katedral” kubbeleri arasında dördüncü durumdadır.

Kubbe üzerinde birçok pencere yer alıyor fakat ortada yer alan iskele nedeniyle kubbeyi tam olarak görme şansım olmadı. Kubbesinin büyüklüğü Mimar Sinan dönemine kadar hep sorun olmuş olan Ayasofya’nın kubbesi Koca Sinan tarafından yapılan güçlendirmelerle bir daha çökmemiştir.

Kuzey nefte Ayasofya’yı ziyaret edenlerin en çok ilgisini çeken beyaz mermerden yapılmış olan Terleyen Sütun bulunuyor. Dilek dileme noktasının yer aldığı kısım insan boyuna kadar metal plakalarlarla kaplanmış olup dilek dileme noktası tam ortada yer alıyor. Başparmağınızı ortadaki deliğe takıp çeviriyorsunuz tabi bu arada dileğinizi de tutuyorsunuz. Etrafta bez bağlama yerleri olmadığı için kimse bir şey bağlayamıyor. Dilekleriniz gerçekleşiyor mu derseniz sanmam ‘ben piyango bana çıksın’ demiştim. Sanırım yanlış anlaşılma oldu amortiyle idare ettim.

Üst kata çıkmak için iç nartekse geçilip batı tarafındaki Rampadan çıkılıyor. Rampada merdiven basamakları bulunmuyor. Tipik Arnavut kaldırımları gibi sanki bir ada sokağında yürüyormuş hissine kapılıyorsunuz.

Üst kat da alt kat gibi iki neften oluşuyor. Üst güney nefte en dikkat çekici yerlerden birisi İmparatoriçe Locasıdır. Loca konumu itibari ile Ana nefe tamamen hakim bir konumda yer alıyor. Kraliçe Ayasofya’da yapılan törenleri üst kattaki locasından takip ediyormuş.

Locanın az ilerisinde Cennet ve Cehennem kapısı olarak adlandırılan büyük mermer kapı yer alıyor. Üzerinde birçok kabartmanın yer aldığı kapının hangi tarafı cennet hangi tarafı cehennem olarak belirtilmediğinden Cennet karşı taraftır diye kapıdan geçiyorum. Kapıdan geçtikten sonra Ayasofya içerisinde yer alan en büyük mozaikler hemen sağ tarafta yer alıyor. Hz. İsa’nın kıyamet günü insanlar için tanrıdan af dilemesinin yer aldığı mozaiğin alt kısmı tamamen tahrip olmuş durumda.

Zeminde etrafı çevrili Henricus Dandolo mezarı yer alıyor. Sanırım dünyanın en şanssız komutanının mezarı desek yeridir. Daha öncede bahsettiğim gibi İstanbul’u almak için yola çıkınca Bizanslılar “İstanbul’u alırsan ölürsün” diye tehdit ediyorlar. Gelip İstanbul’u alıyor fakat Bizanslıların duaları da kabul olunca İstanbul’da ölüyor. Ne tesadüf ki askerlerinin talan ettiği Ayasofya’nın zeminine de gömülüyor.

Bu nefte ayrıca kucağında İsa ile Meryem Ana, Bizans İmparator ve İmparatoriçesinin yer aldığı bir mozaik ile Hz İsa, İmparatoriçe Zoe ve son kocasının yer aldığı başka bir mozaik bulunuyor. Mozaikteki beden Zoe’nin ilk kocasına, kafası ise üçüncü kocasına ait. Zoe her evlendiğinde mozaiği değiştirmek yerine sadece kocalarının kafası değiştirilmiştir. İmparatoriçe Zoe üç kez evlenmiş her evlendiği imparator ölünce yeniden evlenmiş ve üç imparatora eşlik etmiş. Üçüncüsü ölmeden kendisi ölmüş.

Kuzey nefte Ayasofya içerisinde bulunan mozaiklerin büyük boy fotoğrafları yer almaktadır. Doğu yönündeki iniş rampasının önüne gelip sağ taraftaki girintiye girildiğinde Baş melek Cebrail ve Apsiste yer alan kucağındaki İsa ile tahta oturan Meryem Ana mozaiği çok daha net görülüyor.

Ayasofya’dan iç narteksin güney yönündeki kapıdan çıkılıyor. Kapı üzerindeki Mozaikte sağda İmparator Konstantinus şehrin maketini, solda ise İmparator Iustinianus Ayasofya’nın maketini, ortadaki tahtta kucağında çocuk İsa ile oturan Meryem Anaya sunarken tasvir edilmiş.

Çıkışta yer alan bronz kapı Tarsus’taki bir tapınaktan getirilmiş olup dünyanın en eski kapılarından biri kabul edilmektedir. Kapı yaş olarak Ayasofya’dan daha eski olup en az 1500 yıllıktır.

Avluda Şadırvan ve Sübyan mektebi yer almaktadır. Sol taraftaki kapı Ayasofya Müzesi Türbelerine açılıyor. Türbelere karşı taraftaki kapıdan giriş sağlanıyor. Uzun süredir kapalı tutulan Türbeler 2010 Avrupa Kültür Başkenti kapsamında ziyaretçi girişine açılmış durumdadır. Başka bir yazıda anlatmayı düşündüğüm Ayasofya Müzesi Türbelerinde Sultan III. Mehmet, Sultan II. Selim, Sultan III. Murat, Şehzadeler Türbesi vb vardır. Ben gittiğimde daha açılmamıştı fakat yakın bir zamanda açılacağı söylenen Sultan I Mustafa, Sultan İbrahim Türbeleri ve Vaftizhane bulunmaktadır.

Yapıldığı tarih, süre, teknolojik şartlar, yaşı, mimari ve sanatsal özellikleri göz önüne alındığında bence dünyanın sekizinci harikası olmayı çoktan hak ediyor.

Ayrıca Ayasofya tarihi dikkatlice incelendiğinde Osmanlı padişahlarının buraya büyük önem verdiği dikkat çekiyor. Her gelen padişah ya Ayasofya’nın orijinalliğine zarar vermeyecek bir eklenti yaptırmış veya fethettikleri yerlerden dikkat çekici bir görsel elemanı Ayasofya’ya getirmişlerdir.

Kutsal bir mekân olarak birçok -En -özelliğine sahip olan Ayasofya’yı görmek isterseniz İstanbul’da Sultan Ahmet Camisinin tam karşısındadır.