Bu yazımızı okurken, özel müziğini de dinlemenizi tavsiye ederiz… 

Ses Klibi: Bu ses klibini oynatabilmek için Adobe Flash Player (Version 9 veya üzeri) gereklidir. Güncel versionu indirmek için buraya tıkla Ayrıca tarayıcında JavaScript açık olmalıdır.

Ali Adnan AKGÜNDÜZ


Geldiğimizde otlar yemyeşildi
Ve kuzeydeydi güneş
Kömür deposu boşaldı işte
Mamak’a sonbahar geldi
Güneş altında tutsaklar
Geçen sonbahara bakıyorlar
Şirin mi şirin gecekondu evleri
Samsun asfaltında otomobiller
Ne güzeldir yollarda olmak şimdi…

Bu dizeler her aklıma geldiğinde; çocukluğumun ve ilk gençlik yıllarımın Mamak’ını, özgürlüğün mavi tadını ve yollarda olup, keşfetmek hazzını doyumsuz yaşarım.

Gerçektende yollarda olmak çok güzeldi. Hele, hiç bilmediğin coğrafyalarda, tüm mevsimlerde yol alarak. Dağları, taşları, ovaları, çölleri ve nehirleri aşarak..

İzmir’den başlayan yolculuğumuz beşinci ayını geride bırakmıştı. Fotogezgin’in projesi, “Türk Mührü”nün Kazakistan etabına başlamak üzereydik artık.

Türkiye’yi baştanbaşa katetmiş, Gürcistan, Azerbaycan, İran, Türkmenistan, Özbekistan, Tacikistan ve Kırgızistan’ı geçerek Kazakistan’ın Korday Sınır Kapısı’na dayanmıştık.

Ben, bu yazıda sizlere Kazakistan’ın tarihi, coğrafyası ya da kültürel zenginliklerinden bahsetmeyeceğim. Zira Kazakistan’daki zamanımızın nerdeyse tamamını yollarda geçirdik. Bu nedenle Kazakistan’daki yol hikâyelerimi sizinle paylaşıyorum.

Kazakistan, Korday Sınır Kapısı

Kırgızistan’dan çıkış çok çabuk oldu. Aracımızla biraz ilerledikten sonra Kazak polisleri aracı sağa çekmemizi istedi, bizde öyle yaptık. Bizden pasaport giriş işlemlerini yapmamızı istediler. İçeri girdiğimizde bayağı bir sıra vardı. Zira Korday Sınır Kapısı, Kırgızistan ile Kazakistan arasındaki trafiği en yoğun sınır kapısı idi.

Nihayetinde sıra bize geldi. Rusça konuşan, görünüşüyle de Rus asıllı olduğunu sandığım memur bir kâğıt uzattı ve Rusça bir şeyler söyledi. Kâğıdı aldım ve hiç birşey anlamadım. Çünkü form Kiril Alfabesi ile hazırlanmıştı. Bu formu dolduramayacağımızı ve imzalayamayacağımızı memura İngilizce olarak söyledim. İngilizce form olmadığından 20 dakika kadar bekledik, sonunda geldi, doldurdum ve verdim.
Artık her şey tamamdı Kazakistan’a geçiş yapmıştık. Zira diğer tüm araçlar bir dakika bile beklemeden geçiş yapıyordu. Bizde öyle olacak sandık. Değilmiş…

Daha yeni hareket etmiştik ki, genç bir Kazak gümrük memuru sol eliyle işaret ederek gösterdiği yönden devam etmemizi istedi. Aşağı kıvrılan kısa yoldan inerek araçların gümrük kontrolünden geçtiği noktaya geldik. 10-15 Gümrük polisi vardı ama etrafta bizden başka araç yoktu.

Aracımızdan indiğimizde bir kişi hariç diğer tüm memurlar aracın etrafını sardı. Anlıyoruz ki merak bize değil, aracımıza. Etrafında dolaşıyor, altına, üstüne bakıyorlar meraklı gözlerle. En genç olanı şoför kapısını açıp direksiyona oturdu bile. Direksiyonu bir sağa birde sola çevirdi. Meraklı gözlerle içerdeki her şeyi inceliyor, dokunuyor ve bundan büyük zevk alıyor. Bizimse dudaklarımızda gülümseme…
Amirleri ise bizimle konuşmayı tercih ediyor. Tahta bir masaya oturuyoruz beraberce, bu esnada iki memur yaklaşıyor bize doğru. Birinin elinde büyükçe bir tepsi, diğerinin ellerinde irice iki karpuz. Hemen masaya koyup, kesip servise hazır hale getiriyorlar. Bu esnada genç memur yanımıza gelip araç üzeri çadırı gösterip, “O nedir?” diyor. Ne olduğunu söylüyoruz. Bir açında görelim diye tutturdu. Amir herkesi çağırdı karpuz muhabbeti başladı bile. Genç memurun gözü araç üstü çadırda. Sonunda dayanamayıp, “Bir açında görelim” diyor. Kırmıyoruz… Araç üstü çadıra dalıp hemen uzanıyor, elleriyle her şeye dokunuyor. Çok mutlu olduğunu gözlerinden anlıyoruz.

Kazak memurların aracımıza duyduğu merak ve ilgi nedeniyle tam bir saat gümrükte kalmıştık.
Sınırı geçer geçmez ilk uygun yerde mola veriyorduk. Yine öyle yaptık hemen oradaki kafede mola verdik. Tuvalet ihtiyacı duydum, gittim tuvalet kapalı, Hayda… Sonradan paralı olduğunu öğrendik, iyide Kazak parası yok ki şimdi. 1 Doları verip uçarak tuvalete dalıyorum. Bu da, bu gezide verdiğim tek tuvalet ücreti oluyor.

Almaatı
Korday Sınır Kapısı’ndan Almaatı’ya kadar çok güzel bir yoldan ilerliyoruz. Sonradan öğreniyoruz ki, bu yolu bir Türk şirketi yapmış. Almaatı son durağımız buradan dönüş yoluna geçeceğiz ancak Almaatı’daki Özbek elçiliğinden transit vize almamız gerekli.

Bir otele yerleşiyoruz. Yorulduğumuzu, hem zihnen hem de fiziksel olarak yıprandığımızı derinden hissediyoruz. Özbekistan elçiliği üç gün beklememiz gerektiğini söylüyor. Bu günleri dinlenerek ve Almaatı’yı gezerek geçiriyoruz.

Almaatı gerçekten çok modern ve hareketli bir şehir. Ancak Amerika’da bile çok pahalı olan araçların burada bolca olması beni hayrete düşürüyor. İnanılmaz bir lüks tüketim var. Gece hayatı ise çok hareketli, bir çok bar, retoran gece yarılarına kadar açık.

Üç günlük Özbek transit vizesini nihayet alıyoruz. Özbekistan’a giriş tarihimize kadar Kazakistan’daki yeni yol haritamızı yapıyoruz. Buna göre programımız şöyle; Kaskelen, Çimkent, Türkistan Hoca Ahmet Yesevi Türbesi ve Kazakistan’dan çıkış.

Kaskelen’de Bir Gün

Almaatı’dan yola çıktıktan kısa bir süre sonra Kaskelen’de mola veriyoruz. Mola verdiğimiz yer çok güzel, üç büyük yurt çadırı var. İçerisinde masa ve sandalye yerleştirilmiş. Eğer istenirse bu masa ve sandalyeler kaldırılıyor ve yerde oturma düzeni kuruluyor. Ayrıca bahçe kısmında birçok masa da var.
Bahçe kapısından girer girmez, kafasında hasır şapka, üzeri çıplak, altında ise uzunca bir şort olan birisi bize “Hoş geldiniz” diyor ve yanımıza geliyor. Masasına davet ediyor, kabul ediyoruz.
Masa tamamen donatılmış, mezeler, içkiler. Anlaşılan bu muhabbet evvelden başlamış. Ahıska Türkü olduğunu öğrendiğimiz Fahrettin çok iyi Türkçe konuşuyor ve bize “Bugün konağım olun, sizi buraları gezdireyim” diyor. Kabul ediyoruz.

Fahrettin anlatmaya başlıyor: “Buralar hep benim”. İşaret parmağıyla aşağıyı göstererek “ Buradaki tüm, her şey benim. Şu gördüğünüz deve çiftliği de benim. Biliyor musunuz? Burası Nursultan Nazarbayev’in doğduğu yer. Size onun doğduğu evi de göstereceğim, bugün benim konağımsınız”.
Aslında Fahrettin, hiç buraların sahibi gibi görünmüyor ama bu ilginç yerleri dolaşmak ve Fahrettin ile birlikte olmak değişik bir deneyim olacak. Zaten amacımız bu değil mi?

Yemeğimizi yiyip, kımızı içtikten sonra aşağıdaki deve çiftliğine iniyoruz. Anne develerin yavrularını emzirme zamanıymış. Müthiş bir izlence, ondan sonrasında iki kadının arda kalan sütleri sağmasını izliyoruz.

Akşamüzeri oradan ayrılıyoruz. Doğal güzellikleriyle dolu vadiden yukarı doğru çıkıyoruz. Piknik alanına ulaşınca buz gibi kaynak suyunu içiyor ve aşağıdaki muhteşem manzarayı kuş bakışı izliyoruz.

Daha sonrasında Kazakistan Devlet Başkanı Nursultan Nazarbayev’in doğduğu köy olan Chemolgan’a varıp, doğduğu evi de görüyoruz. Fotoğraf çekmek yasakmış ama bir kaç kare çekiyorum.

Akşamı Kaskelen’de bir Türk restoranında geçiriyoruz. Canlı Türk müziği, Türk yemekleri ve içecekler.

Arkadaşın Villası

Günümüz çok yoğun geçmişti ve biz çok yorgunduk. Bunu Fahrettin’e söyledik. O’da bize yakınlarda bir arkadaşının villası olduğunu orada geceleyebileceğimizi söyledi. Bir kaç kilometre yol aldıktan sonra ana yoldan dar bir girişten içeri daldık. Bu toprak yol bizi tedirgin etmişti, ileride sadece cılız bir ışık vardı. Nihayetinde ışığın olduğu yere vardık. Etrafta villa ya da ona benzer bir şey yoktu ama uzunca bir karavan, birde yine uzunca ahıra benzer bir bina vardı. Fahrettin, bir sağa gitti bir sola, aranıp duruyor. En sonunda tren vagonuna benzer karavanın kapısını açtı. İçerde bir kaç kişi yatıyor… Durumun farkına vardık, bunlar at çobanıydı ve gecelemek için burayı kullanıyorlardı.

Bizde uyku tulumlarımızı alıp onların yanına yattık. Gözlerim kendiliğinden kapanırken gün boyu yaşadıklarımızı hatırlayıp, gülümseyerek uykuya daldım.

Biz, Sizi Görmedik…

Kaskelen’den yola çıktıktan sonra aracımızın vites kutusunda arıza meydana geldi. Yol üzerindeki Avrasya Cafe’de durmak zorunda kaldık. Çok şanslıydık zira bu kafenin sahipleri Türk’tü. Bizi çok iyi ağırladılar ve aracımızın tamiri için çareyi gösterdiler. Bir kilometre ötede Bişkek-Almaatı kara yolunu yapan Türk Şirketi’nin şantiyesine bizi götürdüler. Kendimizi Türkiye’de gibi hissettik. Şantiye, misafirhane, televizyon programları, yemekler, insanlar.. Her şey, her yer Türkiye gibi. Biz gerçekten çok yorulmuşuz, bunu çok derinden hissediyoruz. Aracımızın sorunun İzmirli Usta Mehmet Ali Erenci hallediyor.
Ertesi sabah yola düşüyoruz. Uzun süre M-39 karayolundan ilerliyoruz. Bu yol bizi Korday Sınır Kapısı’na kadar götürüyor. Sınıra gelmeden sağa dönerek A-359 karayolunu alacağız, oradan da Çimkent.

Shu kenti girişinde kontrol noktasında durduruyorlar bizi. Belgelerimizi gösteriyoruz. Bir kaç dakika sonra polis geri geliyor ve bize onu izlemimizi söylüyor.

Kazakistan’a girişte bize verilen belge beş gün için geçerliymiş. Bu süre içerisinde bulunduğumuz yerdeki polis merkezine gidip uzatmamız gerekiyormuş. Sonuçta böyle bir bilgi verilmediğinden şu an Kazakistan’da kaçak durumuna düşmüştük..

Polis memuru Mercedes aracıyla önümüze düşerek onu izlememizi istiyor, öyle yapıyoruz. 15 Kilometre kadar gidip merkeze ulaşıyoruz. Burada açıktan 50 Dolar ödeme yaptıktan sonra aynı noktaya polis eşliğinde geri dönüyoruz. Bizimle gelen polis tüm evrakları bize geri vererek; “Biz sizi görmedik, yolunuz açık olsun” diyor. Bunun anlamı, en kısa yoldan Kazakistan’dan çıkın…

Hemen karar veriyoruz. Geldiğimiz yoldan geri dönerek Karday Sınır Kapısı’ndan Kırgızistan’a geçmek.
Sorun: Kazakistan çıkışında yasal kalma süresini aştığımızdan pasaportlarımıza kırmızı damga vurulacak olması. Bu, Kazakistan’a gelecek beş yılda girememek demek. Karday Sınır Kapısı’ndan kırmızıyı yemeden çıkıyoruz. Buda bize 10 dolara patlıyor…

Yine yeniden Kazakistan

Kırgızistan’a giriş yaptıktan sonra Bişkek’te geceliyoruz. Özbekistan’a giriş tarihimizi göz önüne alarak tekrar bir yol planı yapıyoruz. Bişkek’ten M-39 karayolunu takip ederek Karabalta üzerinden Chaldybor’daki sınır kapısından yeniden Kazakistan’a giriş yapıyoruz.

Çimkent’e akşam karanlığında çok kötü bir yoldan sorunsuz bir şekilde varıyoruz. Gecelemeyi Çimkent’teki bir Türk TIR Parkı’nda yapıyoruz. Tüm Türk TIR şoförleri etrafımıza toplanıyor, güzel bir masa kuruluyor. Onlarla birlikte hem memleket hasreti hem de yorgunluğumuzu gideriyoruz…

Kısmet Değilmiş

Özbekistan vizesi gereği iki gün sonra bu ülkeye geçmek zorundayız. Erkenden yola çıkıyoruz, Türkistan’da Hoca Ahmet Yesevi Türbesi’ne gideceğiz.

TIR parkındaki dostlarla vedalaşıp ayrılıyoruz. Çimkent’den ayrılmadan benzin istasyonunda durup depoyu dolduralım diyoruz. Kazakistan’da pompacı olarak genelde kızlar çalışıyor. Biz pompada durunca bir kız koşarak geliyor, depoyu doldurmaya başlıyor. Bende bu anı belgelemek için fotoğraf makinemi alıp arabadan çıkmadan, camdan dışarı sarkarak bir kare alıyorum. İşimiz bittikten sonra tekrar yola koyuluyoruz.

3-4 Kilometre yol aldıktan sonra aracımızda bir sorun olduğunu fark ediyoruz. Hızımız kesiliyor, araç titremeye başlıyor. Kafamda birden şimşekler çakıyor, Pompacı kıza dizel koymasını söylemediğimiz fark ediyoruz.

Geçtiğimiz coğrafyada büyük ve ağır taşıtların haricinde pek dizel kullanan araç yok. Bu nedenle siz belirtmediğiniz sürece depoya benzin ile dolduruyorlar. Bu defasında ikimizde es geçmiştik… Pompacı kızda depoyu mazot yerine benzinle doldurmuştu.

Hemen Türk TIR Parkı’nı arıyoruz. Onlarda iki araç ve bidonlarla geliyorlar. Benzini depodan olduğu gibi bidonlara boşaltıyoruz. Yeniden mazot koyuyoruz ama çalışmıyor. Aracı TIR parkına çektirmeye karar veriyoruz. Çekici buluyoruz, depodan çıkan benzini ve epeyce para vererek aracımızı çektiriyoruz. Uzun uğraşlar ve Türkiye’den telefonla irtibat kurduğumuz Okan Kaçar sayesinde aracımız hayata geri dönüyor. Ancak gün de geceye dönüyor. Türkistan hayal oluyordu bizim için, yıkılıyoruz ama yapacak bir şey yok. Ne diyelim, “Kısmet değilmiş”…

Yollarda Olmak Ne Güzel

Sabah sağlam bir kahvaltıdan sonra tekrar yollara düşüyoruz. Bulunduğumuz yere en yakın sınır kapısı Zhibek Zholy Sınır Kapısı. Bu kapıya yaklaştıkça trafik ve insan akışında müthiş bir artış olduğunu gözlemliyoruz. Durup, bilgi edinmeye çalışıyoruz. Giderayak bir bomba daha karşımıza çıkıyor; ZhibekZholy Sınır Kapısı bugün kapalı…

Hemen oracıkta haritamızı açıp başka bir çıkış kapısı arıyoruz. Eğer bugün Özbekistan’a geçmezsek orada iki günümüz olacak ve biz devamlı yollarda kalmak zorunda olacaktık. Etraftaki insanlara soruyoruz, başka çıkış kapısı var mı? Diyerek.

Buraya biraz uzakta olsa Chicherino’da da bir kapı olduğunu öğreniyoruz, rahatlıyoruz.

Yollar çok bozuk fazla hız yapamıyoruz. Üç saat sonra Kazakistan’daki son molamızı veriyoruz. Ağaçlarla kaplı bu alanda, devamlı esen tatlı rüzgarla kara çayımızı yudumluyoruz.

Nihayet Chicherino’daki sınır kapısına varıyoruz. Şansımıza bizden başka kimse yok, rahatlıyoruz.
Pasaport işlemlerini hallettikten sonra gitmeye hazırlanırken Kazak gümrükçüler bizi durduruyor. Tutturuyorlar aracı arayacağız diye. İşte ya uyuşturucu varsa, ya şöyle ise, ya böyle ise…

Artık benim sigortalar atıyor. Çok yüksek bir ses tonuyla bağırarak; “Bak bana, orada itin var. Getir itini koklasın. Gerekirse tüm aracı boşalt ara, umurumda değil. Bizim aracımız temiz ve ben, sana mama vermeyeceğim” deyiveriyorum.

Neyse ki fazla uzatmıyorlar. Yollarda geçen Kazakistan yolculuğumuz sınırdan çıkışla son buluyor…

Son söz: Düşsel olan yolları gerçekleştirmek ve yollarda olmak çok güzel…