Bu yazımızı okurken, özel müziğini de dinlemenizi tavsiye ederiz… 

Ses Klibi: Bu ses klibini oynatabilmek için Adobe Flash Player (Version 9 veya üzeri) gereklidir. Güncel versionu indirmek için buraya tıkla Ayrıca tarayıcında JavaScript açık olmalıdır.

Fatih KOCA

Katalonya… İspanya’nın içinde, yeryüzünün dışında, sıra dışı bir özerk cumhuriyet. İspanya’nın kuzey doğusunda. Fiziksel ve siyasal açıdan. Yeryüzünün bir kaç boyut dışında. Sanatsal açıdan, ruhsal açıdan… Öyle ya, Dali ve Picasso gibi iki ressamı, Gaudi gibi bir mimarı yetiştirmek pek aklı başında bir milletin işi olmasa gerek.

Dali ve Picasso nasıl çevirmişlerse uçuk düşlerini fırça darbelerine, başta Gaudi olmak üzere, Katalan mimarlar da öyle dönüştürmüş rüyalarını, çizgilerine. Sonunda da, rüya gibi bir şehir çıkmış ortaya. Barcelona…

19.yüzyılın ortalarına kadar, Orta Çağ’dan kalma tarihi merkez, şehir surları ile çevriliymiş. Şu an bu alan El Gotic olarak adlandırılıyor. Bölge, orta çağdan kalma binaların süslediği tarihi meydanlarla dolu. En büyüğünü 13.yüzyılda yapımına başlanıp 6 yüzyılda bitirilen Barcelona Katedrali süslüyor. Plaça Del Rei meydanı, zamanında Katalan monarşisine ev sahipliği yapmış, Plaça de Sant Jaume meydanındaki Palau de la Generalitat binasında ise şu an Katalan Hükümeti bulunuyor. Yani bölge şehrin tarihi merkezi olmasının yanında Katalonya’nın da politik merkezi asırlardır. Picasso’nun ünlü “Les Demoiselles d’Avignon” tablosuna isim veren Avinyo caddesi bölgenin en karakteristik, en ilginç caddesi.

Surların dışındaki La Ribera bölgesi de, El Gotic gibi Orta Çağ yapıları, sokakları ve caddelerini barındırıyor. Sokakların ve caddeleri çoğu araba giremeyecek kadar küçük. Hatta güneş bile günün çok kısıtlı bir zamanında girebiliyor buralara. 3-4 metre uzunluktakı caddelerin iki yanına dizili 5-6 katlı apartmanlar, İspanya’nın yakıcı güneşinin tarihi şehir merkezinde hüküm sürmesini engelliyor. Tarihi binaların gölgesinde, hiçbir yeni yapının kirletmediği daracık sokaklarda yürümek, insanı asırlar öncesine götürüyor. Picasso Müzesi’ne de ev sahipliği yapan Montcada caddesi, Orta Çağ’dan kalma caddelerin en güzellerinden…

Orta Çağ Barcelona’sı, Yeni Çağ Barcelona’sı gerçekten etkileyici. Ama asıl şaheserlerini 19.yüzyıl ve 20. yüzyıl’da modernizm akımıyla yaratıyor Katalan mimarlar. Öyle ki, 150 yıldan fazla yaşları olmamasına rağmen Unesco Kültür Mirası Listesi’ne girmiş 9 tane eseri var şehrin. Barcelonalılar’ın şehirlerine gösterdikleri özeni takdir etmemek elde değil. Çok değil, 1 asır önce yaptıkları kilise, hastane, müzik sarayı, park ve apartmanlar şu an hem işlevlerini yerine getirmeye devam ediyor, hem de Unesco Kültür Mirası’na girecek kadar değerli özellikler taşıyor.

Bunlardan en bilineni Gaudi’nin son 43 yılını adadığı Sagra da Familia. Aslında bir anlamda hayatını da adamış Gaudi bu “acayip” kiliseye. Bir gün, her zamanki gibi akşamın geç saatinde kafasında binbir çizim ve düşünce ile Sagra da Familia inşaatından ayrıldıktan kısa bir süre sonra tramvay çarpması sonucu hayatını kaybetmiş “çılgın mimar”. Sagra da Familia inşaatı şu an 127. yılında. Biter mi, biterse ne zaman biter meçhul. Hoş, Sagra da Familia’dan sonra en ünlü kilisesini 6 asırda bitirmiş Barcelonalılar için bu süre pek uzun olmasa gerek. Kilisenin kulelerine on yıllardır vinçler eşlik ediyor ve 300 kişi durmaksızın çalışıyor kiliseyi bitirmek için.

Sant Pau, girişinde Turizm Danışma (Tourist Information) olan bir hastane. Çünkü, hasta ve hasta yakınından çok turist ağırlıyor. Bahçesinde tekerlekli sandalyede hastalar, bir binadan başka bir binaya koşuşturan doktorlar ve muazzam mimarili poliklinikleri fotoğraflamaya çalışan turistler bir arada.

Katalan Müzik Sarayı, Palau de la Musica Catalana… Muhteşem mimarisiyle ve dekorasyonu ile konser salonunda çalan orkestralara eşlik ediyor. 2200 kişilik konser salonunda her yıl beş yüz binin üzerinde müziksever, birbirinden kaliteli müzisyenleri dinlerken, konser salonun olağanüstü cam tavanını izleme imkanını yakalıyor. Park Guell, Gaudi’nin özgün sanatının park hali, Casa Milà, Casa Batlló, Palau Güell, Casa Vicens ise apartman halleri.

Deniz kenarındaki Barceloneta bölgesi zamanında balıkçıların mesken yeriymiş. Dar sokaklarıyla tarihi şehir merkezini andırsa da binalar şehir merkezine nazaran çok daha mütevazi. Sahilinden denize girilebiliyor. Martın ortası. Deniz soğuk, hava sıcak. Barcelonalılar Barcelonetta plajlarında güneşlenerek güneşin keyfini çıkarıyor. Ama denize girmeye cesaret eden yok henüz.

Eixample bölgesi, tam anlamıyla bir şehircilik örneği. Birbirine paralel caddeler, bu caddeleri dik olarak kesen birbirine paralel caddeler ve bu iki cadde öbeğini çapraz olarak kesen caddeler. Arada kimi zaman kare, kimi zaman üçgen şeklinde kalan bölgelerde ise her biri özenle tasarlanmış apartmanlar… Köşelerdeki apartmanlar, meydanlara ferahlık verecek şekilde kavisli yapıda inşa edilmiş. Bir kaç cümlede anlatmak zor Eixample’ın geometrisini. Ama şehrin hemen yanındaki Monjuic Tepesi, Eixample’ın planını, kuş bakışı anlamada kelimelerin kifayetsizliğine bire bir.

Montjuic’e şehirden metro ile ya da pahalı ve hızlı bir teleferik yolculuğuyla ulaşılabiliyor. Deniz tarafındaki yamacında Montjuic Kalesi bulunuyor. Kalenin çatısında çok güzel bir Barcelona manzarası eşliğinde yürünebiliyor. Şehrin en ihtişamlı binası Montjuic Milli Sarayı (Palau Nacional de Montjuic) şu an Katalonya Milli Sanat Müzesi’ne(Museu Nacional d’Art de Catalunya, MNAC) evsahipliği yapıyor. Hemen önünde hava karardıktan sonra ışık ve müzik eşliğinde su dansı gösterisi yapılıyor. İspanyol Köyü’nde (Poble Espanyol) ise İspanya’nın değişik bölgelerinden mimari örneklerin birebir kopyalarını bulmak mümkün.

Şehrin bir diğer tepesi, aslında ufak bir dağ da denilebilir, Tibidabo. Şehre 20 kilometre civarında. Zirvesinde büyük bir kilise ve lunapark var. Tibidabo’da Barcelona ayaklar altında, manzara tek kelimeyle harika…

Barcelona ile ilgili bir yazıyı midemizi bayram ettiren mutfağından bahsetmeden bitirmek haksızlık olur. İlk gece Katalan evsahibimiz Esteve tarafından turist kalabalıklardan uzak, yerel bir Tapas Bar olan Bar Ramon’a götürülüyoruz. Dünyanın geri kalanının uykuya daldığı zamandan kısa bir süre önce yeniyor İspanya’da akşam yemeği. Biz ilk gece bu gerçeği unutup, yemekten önce birşeyler atıştırmamanın cezasını çekiyoruz, 10.30’a kadar aç kalarak. Akdeniz mutfağının birbirinden leziz örnekleri ve yüzünden gülümseme eksik olmayan barın canayakın garsonu Toti’nin Akdeniz misafirperverliği , memleketten uzakta memleket sıcaklığı yaşatıyor.

Ertesi gün Barcelonetta’da dolaşırken bulduğumuz Can Ganassa’nın menüsünde ise bir resim dikkatimi çekiyor. Evet, evet bu o olmalı. Başka bir şey olamaz, evet kesinlikle o, bu. Resmi gösterip sipariş veriyorum. Bir kaç dakika sonra yanılmadığımı anlıyorum. Hamsi bu. Hayır, ançuez filan değil, bildiğin Hamsi, bizim Karadenizli. Gurbette bulunmaz nimet, balıkların efendisi! Yaşasın Akdeniz mutfağı, yaşasın Akdeniz kardeşliği!!!