Bu yazımızı okurken, özel müziğini de dinlemenizi tavsiye ederiz… 

Ses Klibi: Bu ses klibini oynatabilmek için Adobe Flash Player (Version 9 veya üzeri) gereklidir. Güncel versionu indirmek için buraya tıkla Ayrıca tarayıcında JavaScript açık olmalıdır.

Fatih KOCA

İnsanların yaşamak için üzerine para verdikleri yeryüzündeki tek hapishane, Monako.

Gezide ve hatta hayatımda gördüğüm en itici şehirler listesinde açık ara, bir numara. İnsan, sadece en sevdiği ve beğendiği yerlere önem verecek değil ya. Monako’ya en beğenmediğim şehir ve ülke olarak Uzun Bir Yol Hikayesi’nde özel bir yer ayırdım.

Fransa’nın güney batı kıyı şeridinde, İtalya sınırına çok yakın bir koyda yer alıyor Monako. Bir şehir-devlet olan Monako Prensliği sadece, kendisiyle aynı adı taşıyan Monako Şehri’nden oluşuyor. Şehrin etrafı kayalıklı yüksek dağlarla çevrili. Dağlarla deniz arasında, doldurulmuş alanlar dışında, kayda değer bir düz alan yok. Şehir bu dağların yamacına katlar halinde kurulu. Değişik rakıma sahip bölgeler arasında ulaşım, şehrin bir çok yerinde bulunan asansörler vasıtasıyla sağlanıyor.

Şehrin bir yakasından diğerine yaklaşık bir saatte yürünebiliyor. Monako, sadece 1.95 kilometrekarede yaşayan 32,671 vatandaşıyla, dünyanın en yoğun nüfusa sahip devleti. Şehirde nefes alacak bir yer yok adeta. Dağ taş, birbirinin üzerine yıkılacakmış gibi görünen, hiçbir estetik özelliğe sahip olmayan yüksek katlı apartmanlarla çevrili. Uzaktan bakıldığında şehir, betonarme bir dağ gibi görünüyor.

Şehrin en düz yeri, 1970li yıllarda deniz doldurularak elde edilen Fontvieille bölgesi. Fontvieile şehrin Nice tarafından girişinde yer alıyor ve burada Monako şehir merkezinde uçuk otopark paraları vermek istemeyenler için makul fiyatlı bir otopark var. Ayrıca, havaalanı olmayan Monako’nun Nice Havaalanı ile bağlantısını sağlayan Monako Helikopter Pisti de bu bölgede. Her sene UEFA Süper Kupası’na ev sahipliği yapan Louis II Stadı, 18500 koltuk kapasitesi ile ülkenin yüzde altmışını ağırlayabiliyor.

Monte Carlo semti, Monako’nun en zengin ve en ünlü bölgesi. Şehrin en güzel mimarili yapılarından Monte Carlo Casino, Monako’nun en önemli turist çekim merkezlerinden biri. Kumarhanesine Monako’da yaşayanların girmesi yasak, sadece turistlere hizmet ediyor. Monte Carlo Casino önü otomobil fuarlarını andırıyor ve civardaki yollarda her dakika bir Ferrari’ye rastlamak mümkün.

Monako, her sene Formula 1 yarışlarına da ev sahipliği yapıyor. Şehir içi yolların Formula 1 pisti olarak kullanılması nedeniyle, Monako Grand-Prix’inin başka bir örneği yok. Her sene mayıs ayında, dünyanın en hızlı arabaları Monako’nun daracık yollarında boy gösteriyor. Monako Grand-Prix, konumu, zorluk derecesi ve virajları nedeniyle Formula 1’in en prestijli yarışlarından. Fontvieille otoparkından bir Ferrari kiralayıp, rehber eşliğinde Monako Grand-Prix yollarında tur atmak da mümkün.

Her santimetrekarenin altın değerinde olduğu Monako’da oteller de ateş pahası. Bu nedenle otelimizi Monako’ya 15 km mesafede bulunan, Cote D’azur’un son şehri Menton’dan ayarladık. Otele gitmeden önce arabamızla bir Monako Grand-Prix turu yapmayı kararlaştırdık. Başımıza geleceklerden habersiz, direksiyona geçtim ve Fontvieille otoparkını “start-finish” düzlüğü hayal edip, gaz pedalına dokundum.

Henüz 500 metre gitmemişken karşımıza çıkan yol ayrımında, sağ mı sol mu diye düşünürken son anda ani bir hareketle direksiyonu sağa çevirmemle, yol ayrımında bekleyen trafik polisini görmem bir oldu. Trafik polisi telsizi ağzına götürdü ve o an soğuk terler dökmeye başladım. Çünkü, Türk ehliyetim, oturma iznini alışımın üzerinden 6 ay geçtiği için artık yaşamakta olduğum Hollanda’da geçerli değil ve ben ehliyetimin bir Schengen ülkesi olan Monako’da da geçerli olup olmadığı konusunda bilgi sahibi değilim.

Çok geçmeden, tam Monte Carlo Casino önünde durdurulduk. Pasaportlarımız alındıktan sonra, Müslüman bir ülke pasaportu taşımamızdan olsa gerek, polisin bize olan ilgisi bir hayli arttı. Polislerden birisi, gözlerini kırpmadan arabanın önünde bekliyordu. Diğer polis ise arabanın arkasına geçip, telsizle bir yerlerle konuşmaya başladı. Bir ara yanımıza gelip, iş nedeniyle pasaportunda Suudi Arabistan vizeleri bulunan arkadaşımızın adının ve soyadının pasaportun neresinde yazılı olduğunu özel olarak sordu. Bunlara rağmen, ilk anda bulamadığım ehliyetimi doğru düzgün incelemediler bile. Polis, sanki trafik suçu işlemişiz gibi değil de terör zanlısıymışız gibi davranıyordu.

Dünya Jet Sosyetesi’nin en önemli uğrak yerlerinin birinin önünde, arabadan dışarı çıkamadan ve yanımızdan geçen birbirinden gösterişli arabalardaki jet sosyetenin şaşkın bakışları arasında yarım saate yakın bir süre bekledik. Bu süre zarfında arabanın önündeki polis, başkalarıyla konuşurken bile kafasını başka yöne çevirmedi ve gözlerini bir saniye olsun bizden ayırmadı. Sonunda kısa soruşturma bitmiş olacak, pasaportlarımızı teslim ettiler ve “size ceza yazmak zorundayız kabul ediyor musunuz” diye nazikçe sordular. Sanki, başka şansımız varmış gibi. Formula 1 pistinde, tehlikeli araç sürmekten ceza yemek, herkese nasip olmasa gerek!

Polislerin yanından ayrılıp arabanın direksiyonundan uzun süre geri almamak üzere ayrıldım. Kalp atışlarım tam normal ritmini bulmuştu ki, aynı yerden geçerken polisler bizi görünce bir anda hareketlenip aracımızı tekrar durdurdular. Buraya kadar. Acaba Monako’da ehliyetsiz araç sürmek nasıl bir cezaya tabidir diye düşünürken, ceza yazan polis yanımıza gelip “Çok özür diliyorum, yeni bir kanun çıkmıştı onu uygulamayı unuttum, bu ceza kağıdını imzalamanız gerekiyor, iyi ki sizi gördük dediler.” Bu kadar korku bize yeter deyip akşam konaklayacağımız Menton’a doğru hareket ettik.

Etrafını çeviren dağlardan betondan çığlar düşüyormuşçasına üzerime üzerime gelen binalarından mı, polis karşısında döktüğüm soğuk terlerden mi, yoksa uzanamadığım ciğere mundar mı diyorum bilmiyorum. Ama ben Monako’nun en çok, Monako’dan kaçışını sevdim.