Bu yazımızı okurken, özel müziğini de dinlemenizi tavsiye ederiz… 

Ses Klibi: Bu ses klibini oynatabilmek için Adobe Flash Player (Version 9 veya üzeri) gereklidir. Güncel versionu indirmek için buraya tıkla Ayrıca tarayıcında JavaScript açık olmalıdır.

Fatih KOCA

Fransa – İtalya sınırını geçer geçmez, anladık Batı Avrupa’nın Türkiye’ye en çok benzeyen ülkesine geldiğimizi. Dibimize kadar yanaşıp korna çalan arabalardan ve son sürat makas atarak ilerleyen çılgın sürücülerden… İlk durağımız olan Pisa’da ise yanılmadığımız anladık, Pisa Kulesi’nin yanı başında ücretsiz park yerlerini parsellemiş otopark mafyasını görünce.

Pisa Şehri, Toskana bölgesinin tarihi şehirlerinden birisi. Şehir merkezi, Arno nehri etrafında bulunuyor. Özünde bir mimari facia olmasına rağmen, şu an dünyanın en ünlü eserlerinden birisi olan Pisa Kulesi, şehirden daha fazla tanınıyor. Meşhur kulesi nedeniyle çok miktarda turist çekiyor Pisa, fakat bu turistlerin önemli bir kısmı civar şehirlere giderken yol üstündeki Pisa’ya sadece Pisa Kulesi ve civarını görmek için günübirlik uğruyor.

Pisa Kulesi, UNESCO Dünya Mirası’nda yer alan Piazza del Duomo’da (Katedral Meydanı) bulunuyor. Piazza del Duomo, Pisa’nın merkezinde etrafı surlarla çevrili geniş bir alana kurulu. Meydan aslında bir çan kulesi olarak yapılan Pisa Kulesi’nin yanında, 3 tane daha dinsel içerikli binaya ev sahipliği yapıyor. Hepsi Orta Çağ’da inşa edilmiş olan bu eserler, Duomo Katedrali, Battistero di San Giovanni vaftiz binası ve Campo Santo, yani “Kutsal Alan”. Piazza del Duomo’nun bir diğer adı da Piazza dei Miracoli, yani Mucizeler Meydanı. Meydanın ortasında yer alan geniş çim alanda, Pisa Kulesi’nin düşmesini engelliyormuşçasına poz veren onlarca turist, en az Pisa Kulesi kadar ilginç bir görüntü oluşmasına neden oluyor.

Pisa’dan ayrılıp akşam konaklayacağımız Floransa’ya doğru hareket ettik. Floransa’ya girdiğimizde, güneş batmak üzereydi. Otelimize doğru yol alırken, yol kenarında bir meydan görüp ani bir kararla gün batımını izlemek için durduk. Biraz ilerleyince bizim gibi düşünen yüzlerce insan olduğunu ve Floransa panoraması üzerinden muhteşem bir gün batımı manzarasına sahip Plaza Michelangelo’yu bulduğumuzu fark ettik.

Gün batımından sonra otelimize gittik. Floransa’nın asırlık bir konağından butik otele çevrilmiş olan Hotel Liberty gezi boyunca kaldığımız en güzel oteldi. 3 metreyi aşkın tavanları ve dekorasyonuyla Floransa’nın tarihi atmosferine daha şehir merkezine adım atmadan girmemizi sağladı. Sabah, bir gün önce Plaza Michelangelo’dan izlediğimiz mükemmel şehri görmek üzere otelden ayrıldık.

Floransa tarihi merkezi UNESCO Kültür Mirası Listesi’nde. Merkezin ana meydanı olan Piazza della Signoria’da, tarihi belediye binası, Palazzo Vecchio bulunuyor. Yapıldığı 16. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar bu binanın girişinde bulunan Michelangelo’nun ünlü David heykeli, Accademia binasında sergilenmekte. Fakat, heykelin bulunduğu yerde şu an bir kopyası yer alıyor.

Rönesans’ın beşiği Floransa. Piazza della Signoria’nın hemen köşesinde bulunan Uffizi Galerisi’nde, yaktıkları kıvılcımla tüm Avrupa’yı aydınlatan Rönesans’ın yaratıcılarının eserleri bulunuyor. Bunlardan en ünlüleri, çocukluğu 90lı yıllarda geçmiş olan herkesin, öğrendiği ilk sanatçılar olan Leonardo Da Vinci, Michelangelo ve Raphael. Ninja Kaplumbağalar’ın dördüncüsü, Donatello’nun ise Uffizi’nin dışında bir heykeli bulunuyor.

Bir tarafı Piazza della Signoria’ya bakan Uffizi’nin diğer tarafında Floransa’yı ikiye ayıran Arno nehri var. Arno üzerinde, Floransa’nın özgün mimarili eserlerinden biri Ponte Vecchio (Eski Köprü) bulunmakta. İddiaya göre, güzelliği nedeniyle Hitler’in bile hışmından kurtulmuş Ponte Vecchio. İngiliz askerlerinin geçişini zorlaştırmak için Arno üzerindeki tüm köprüleri yıktıran Hitler, son anda verdiği emirle Ponte Vecchio’nun yıkılmamasını istemiş.

Duomo meydanında yer alan Santa Maria del Fiore Katedrali, şehrin neredeyse her yanından görülebilen muazzam kubbesi ve özgün dış cephesiyle ile Floransa’nın simgesi. San Giovanni Vaftizhanesi ve Giotto Çan Kulesi de Katedral ile aynı meydanı paylaşıyor.

İtalya’da son durağımız Adriyatik’in Kraliçesi, Venedik. Ana kıtaya çok yakın bir ada üzerinde kurulu, orta çağda dünya denizlerine hükmetmiş Venedik Cumhuriyeti’nin başkenti. Caddeden çok kanalın bulunduğu Venedik’de tek ulaşım aracı botlar. Yüzyıllarca şehir içi ulaşımı sağlayarak Venedik’in simgesi olmuş gondollar ise şu an sadece turistik gezintiler, düğünler ve diğer bazı törenler için kullanılıyor.

Şehrin merkezinde sık sık su baskınlarına uğrayan San Marco Meydanı var. Buradaki yüzlerce güvercini, meydanı dolduran turistler elleriyle besliyor. San Marco Bazilikası’nın Çan Kulesi’ne çıkıp Venedik’i şehirdeki en yüksek noktadan izlemek mümkün. Kanalları, köprüleri caddeleri ve binalarıyla asırlarca herhangi bir değişikliğe uğramadan korunmuş Venedik’in her caddesi yürümeye, her köşesi görmeye değer.

Venedik’de ana adanın dışında ondan fazla ada bulunuyor. Diğer adalarla ana ada arasındaki tek ulaşım yolu botlar. Bunların en büyüğü Venedik Lagon’un diğer kıyısında yer alan, içinde araç trafiği de olan Lido. Lido ayrıca her sene Venedik Film Festivali’ne ev sahipliği yapıyor.

Dönüş vakti… Kahvaltımızı yaptıktan sonra saat 11 gibi Venedik’den ayrıldık. Yaklaşık 1400 kilometre yol gidip ertesi sabah saat 7’de Amsterdam Schiphol Havaalanı’na ulaşmamız gerekiyor. Dönüş yolunda ilk molamızı Innsbruck’da verdik. Innsbruck Alp Dağları’nın eteklerine kurulu şirin bir Avusturya kenti. Biraz dolaşıp, yemeğimizi yedikten sonra hız sınırının olmadığı Alman otoyollarında araba sürecek olmanın heyecanıyla Innsbruck’tan ayrıldık. Yol üstündeki Frankfurt ve Köln’de kafein ve dinlenme molaları verdikten sonra biraz gecikmeli ve uykulu da olsa sabah Schiphol Havaalanı’na ulaştık.

Uzun Bir Yol Hikayesi, başladığı Schiphol Havaalanı’nda son buldu. Geride geçilen 8 ülke, onlarca şehir, huzurlu bir yorgunluk ve saatler süren yollarda yapılan doyumsuz yol sohbetleriyle…