Bu yazımızı okurken, özel müziğini de dinlemenizi tavsiye ederiz… 

Ses Klibi: Bu ses klibini oynatabilmek için Adobe Flash Player (Version 9 veya üzeri) gereklidir. Güncel versionu indirmek için buraya tıkla Ayrıca tarayıcında JavaScript açık olmalıdır.

İffet DİLER

Yapraklarını tek tek koparırsınız kentinizin. Atarsanız ölüm olur adı. Sorularını okur yanıtlarını yazarsanız sokaklarına sonsuzluğu yakalarsınız. Bir gün adı konmayan asmanın koruğu ertesi gün şifalı, çekinmeden kıkırdayan ahşap merdivenlerin adımları olur hayatınız.

Arayıp sormamız gecikti Timuçin. Kolay değil araya sevdalar kattık, cümleler aradık gezgin anılarını saklayanların. Eh turizm fuarına bile katıldık ne olsa. Hatta iki derede kitap fuarına , İstanbul’a gittik. Su peşinde geçti günler. Yaş aldık gülüş eskittik. Denizin kıyısına kurulup çayın arasına unutulmaz kutlama türküleri sığdırdık.

Döndük dolaştık yine o kapının önündeyiz. Hadi şimdiymişçesine tıkırdatalım. Bakalım Nigâr gelmiş mi?…

Pencereden vuran güneş iplikleri, renkleri, harfleri savurdu ortalığa. Dikkat et incinmesin dedi kavuşamayanları şifa bulmaya gelmişler…Tozun üstünde sırasını bekliyor mor bir gözyaşı. Diğeri o kor içinde kalmış mendilinden kopmuş. Tamamla beni diye mırıldanıyor…

Gözleri değer insana, sorar, canlandırır onu. Kim bilebilir takvimlerin gelecekteki yaşantının izcisi olacağını. Kızlarağasına gittiğinizde Hisar camii girişinden çıkış kapısına doğru dikkatlive adım atın. Seslerin çağrısını duyacaksınız kulak verirseniz. Sağ taraftaki sabunların sardığı dükkanda ev işi güler yüz bulacaksınız. Vitrinin ışığı boncukların arasından uğur böceklerinin uçuştuğu el hüneri kolyeleri aydınlatmakta. Duvarlar keselerin öyküsünü güvence altına almış karanfil kokuyor. Yıllardır antikacıları, müzeleri, kitapları okuyarak gözlem yapmış.

Dinlemiş, yoğurmuş ve yoğrulmuş. Kese denince aklınızı zorlamaya çalışın. Neler var bilseniz. Tarak, saat, tütün keseleri… çakmak, değirmen, matara…hayal edin. Geçmiş yıllarda her kızın çeyizinde kese takımı bulunurmuş. Erkekler biraz ağır renkler kullanırken kadınlar ipliklerde sürdürürlermiş dertleşmeyi. Anlatmak ele güne ayıpmış o zamanlar. Fısıltıları püskülleri olsa gerek. Çiçek, kilim ve hayvan motifleri ağırlıkta keselerde. Kimi karanfil peşinde. Mis kokuyor kalbi, ağrısız sancısız dillenmekte.

Osmanlı’ya gidince öykü sarayın kapıları dalgalanıyor. Kese ve nakış işleyenler hâlâ oradalar. Israrla baktığınızda artıyor tanıklığınız. Derlilerin, kumaşları kıvrımlarına kadar işlenmişler terk ettikleri ülkelerine. Mühürleri koymuşlar anlaşmaların anlamı büyüsün istediler belki. Gözlükler,telefonlar yeni çağların mahareti. Ölen evlerin, konakların korkulukları sökülüp gitmelerine ses etmiyor pek.

O öğle tatili yolu buralara düşmeseydi şimdi biz kumaşın onarıldığı, şükran duygusunun ağır bastığı anları hatırlamayacaktık. Allianoi’un göz boncuklu aynaları olmadığı gibi ismini maviş keselerde okumayacaklardı. Makas başı dönüp elinizi kestiğinde kahkahalarla güldürmeyecekti kimse. Ağır demir kapıyı turuncu keçeyle sımsıkı kaplayıp soğuğu uzaklaştırmasını seyretmeyecekti kuşlar.

Kumaş parçaları, simler, boncuklar, iğneler, tığ onardıkça birilerini sınırları kalkıyor Havranın. Hiç olmadı, yanılma yine dedi ses. Hiç olmadı. Sınırları biz çizeriz. Kalemlerin yetişmediği dertlerce kuruyor yaşam. Çorak kalıyor akıl, fikir.

Biraz çıkmalı sokaklarına hanın. Arkalara doğru gitmeli. Esnaf lokantaları kıskandırsın İstanbul’u… Kepçeler bile derin bu lokantada. Giderseniz zeytinyağlılardan tabak hazırlıyorlar. Raftaki cam şişelerin bereketi Ayvalık veya adalardan düşen zeytinlerin becerisi. Sofradaki beyaz ekmeğin de, esmerin de tokluğu var burada. Kim hayır der İzmir’e.

Çıkışta İnciraltı’ndaki Hong Kong evlerini anlatsam sana Timuçin. Denizin kapıyı sürüp bulaşıkları bile yıkadığını söylesem. Balıkların koşar adım tavaya sığıştığını o yıllarda. Bazı arkadaşlıkların sonunun olmadığını…