Bu yazımızı okurken, özel müziğini de dinlemenizi tavsiye ederiz… 

Ses Klibi: Bu ses klibini oynatabilmek için Adobe Flash Player (Version 9 veya üzeri) gereklidir. Güncel versionu indirmek için buraya tıkla Ayrıca tarayıcında JavaScript açık olmalıdır.

Oğuz Savaş UYSAL

Mardin; dillerin, dinlerin ve de medeniyetlerin bir arada yasamayı başardığı güzelim kentlerimizden bir tanesidir. Yaşar Kemal’in deyimiyle, “Karıncanın su içtiği yerden dillerin ve dinlerin şehridir.” Mardin sokaklarında gezerken kent kendine has mimarisi, tarihi ve kültürel değerleriyle farklılığını her an hissettirir sizlere. Basınızı kaldırdığınızda karşınıza bir minare ya da bir çan kulesi çıkabileceği gibi bazen ikisi de aynı karede yer alabiliyor. Sadece kentsel dokusu, sosyo-kültürel yapısıyla da eşsiz bir yerdir. Sokaklarında en rahat yürüyebileceğiniz, yürürken hiç yabancılık çekmeyeceğiniz bir kenttir Mardin. Mardin kenti ve Deyrulzafaran kilisesi adeta bir bütünün iki parçası gibi birbirini tamamlamaktadır.

Deyrulzafaran kilisesi, Mardin’in doğu tarafından çıkışta dört km gittikten sonra dağa doğru dönüp iki dakika yol aldığımızda eşsiz güzelliğiyle bizi karşıladı. Yıllar önce geldiğimde manastırın önüne kadar arabayla girmek mümkünken günümüzde giriş kısmında ek binalar oluşturulmuş. Burada giriş işlemlerinin yanı sıra güzel bir kafeterya ve hediyelik eşya dükkanı yer almakta. Manastırı ve Mardin’i anlatan o kadar çok hediyelik eşya var ki hangisini alacağım diye karar vermeye çalışırken bir bakıyorsunuz elinizde ki küçük çanta dolmuş. Hepsi el emeği göz nuru olan bu eşyaların her birinin ayrı bir anlamı, ayrı bir güzelliği var.

Giriş işlemlerimizi yaptıktan sonra özenle yapılmış ağaçlı bir yoldan M.S 5 yy’da yapılan ve günümüzde bile eşsiz mimarisiyle göz kamaştıran manastıra yürüyoruz. Rehberimizin anlattığına göre manastır 1932 yılına kadar Süryani Ortodoks patriklerine ev sahipliği yapmış. Girişin ön kısmında birkaç basamakla çıkılan çok geniş bir balkon yer almakta. Sırtınızı balkonun kenarına yaslayıp duvar taşlarını dikkatlice incelemeye başladığınızda özellikle üst kesimlerdeki her taşın üzerinde farklı şekillerin resmedildiğini görürsünüz.

Manastırın ismi zaman içerisinde birkaç kez değişmiş olsa da günümüzde adını çevrede yetişen zafaran (safran) bitkisinden almış. Bu ismin yanı sıra, Dey- rulzafaran (Safran Manastırı) adı ile de anılmaktadır.

Birkaç basamaktan çıkıp geniş bir kapıdan avluya girdiğimizde girişe göre sağ tarafta yer alan Azizler evine (Beth Kadişe) giriyoruz. Buradaki yedi nişten dört tanesinde metropolitlere üç tanesinde ise patriklere ait mezarlar yer almakta. En dikkat çeken mezarlar, üzerlerinde yer alan mermer kitabeden anlaşıldığı üzere Patrik Cercis 2 ve Patrik Petrus ile Deyrulzafaran Metropoliti Mor Grigoriyos Behnam ve Mardin Metropoliti Mor Filüksinos Hanna Dalabani’ye ait olan mezarlardı. Gömüler zeminin aksine duvarda yer alan mermer mezarların içerisinde yer almaktaydı. Tavanın yaklaşık bir insan boyu olduğu bu tapınakta, etrafında yer alan mezarları düşününce vücudunuzun ürpermesine engel olamıyorsunuz. Avluya tekrar çıktığımızda zeminde bazı noktaların kurdelelerle çevrilmiş olduğunu görüyoruz. Rehberimize sorduğumuzda zeminde yer alan mezarların etrafının bu şekilde çevrildiğini bize söyledi.

Ana avluda girişe göre sağ tarafımızda yer alan kilise günümüzde de ibadete açık olup duvar süslemeleri ve ikonları ile dikkat çekmekte. Burası diğer gelişimde de çok dikkatimi çekmişti. Eve döndükten sonra iki kez de rüyalarıma girmişti. Psikolojik bir etkileşim olarak düşündüğüm bu rüyanın nerdeyse aynısını yıllar sonra başka bir arkadaşım anlattığında bu kilise benim için daha mistik bir hal almıştı. Herkes çıktıktan sonra rehberimize bu konuyu anlattığımda birkaç yıl önce benzer bir rüyayı gördüğü için Hollanda’dan kalkıp gelen bir ziyaretçileri olduğunu onunda bu soruyu sorduğunu söyledi. Nedenini açıklamak mümkün olmasa da Beman’ın arka kısmında zeminde yer alan bir mezar bulunduğunu, bu etkileşimin onun gücü ile olabileceğini söyleyince mezarı göstermesini rica etsem de kimseye göstermediklerini söyleyince görmem mümkün olmadı.

Avludan en üst kata merdivenlerle çıkılıyor. Yan taraflarda yer alan odalarda kilise çalışanları ve misafirler için odalar yer almakta. Pencerelerden baktığınızda gözünüzün alabildiğine Mardin Ovası, başınızı kaldırdığınızdaysa manastırın eteklerinde yer aldığı dağın tepeleri görünmekte.

Birçok kilisede dikkatimi çekmiştir, ibadet yerleri hep yükseklerde yer alması. Neden diye sorduğumda bir rahip çok güzel açıklamıştı: “Bu yerlerde daha sakin ve daha bir dinsel ritüel içerisinde hissedersiniz kendinizi ve Tanrıya bir daha yakın olursunuz.”

“Karıncanın su içtiği yerde dillerin ve dinlerin şehridir.” Mardin… Ve dağın eteklerinde dinsel bir ritüel ile sessizce sizleri beklemekte Deyrulzafaran Manastırı.